31 Mayıs 2012 Perşembe

Hakikat-i Sevda / Cenap Şehabettin




Bir şüphe-i hissiyye ile dalgalanır dil;
Bir heykel-i gül-ru dikilir kalb üzerinde;
İnsan bütün ahzan ü meserrata muadil
Bir tatlı dönüş hisseder avare serinde

Her cevf-i hayati, sevilen şeyden ibaret
Bir lem’a-i nev, şaşaasıyla eder ihfa;
Bir berk arkasından ederek ömrü temaşa
Bin müddet için göz kamaşır... İşte muhabbet!

Pek boştur o his, lakin o boşlukla dolar dil;
Afak-ı hayatiyyedeki cevfi o örter;
Herkes hep o boşlukta arar bir tutacak yer
Piramen-i ömründeki girdaba mukabil

Sevdaya mukabil duyulur ruhta her gah
Bir def-i peyapey ile bir cezb-i peyapey;
Bir istiyor insan onu, bir istemiyor... Ah
Sevmek bile doğmak gibi, ölmek gibi bir şey!


Divan – Hâfız


Âşıkların hastalığına alâmet sapsarı bir yüzle dertli dertli âh ediştir.


Ağıt / Edip Cansever




Gün bitti.Saat kaç.Bitecek mi bir gün savaşımız
Hakedilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de
Dönüp dönüp arkamıza baktığımız
Bir dünya kalıntısı üstünde
Hakedilmiş hüzünlerimiz olacak mı bizim de.


IHLAMURLAR ÇİÇEK AÇTIĞI ZAMAN / BAHAETTİN KARAKOÇ


Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.
Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.
Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Bilirsin ki burda değilim artık
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! ...
Gelir benim yüreğimde toplanır,
Dağların üstünden sıyrılan duman.
Bir yanım mosmordur, bir yanım beyaz,
Bir yanım karakış, bir yanım ilk yaz.
Can evime bakışların saplanır;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman;
Ne sen gurbetçisin, ne ben sılacı.
Senden gayrısına bakmam mümkün mü;
Gözlerimi esir alan dağlardan.
Kapımı üç defa çalan postacı
Adresinde yok! Diye notlar düşer,
Eski adresimde bir hüzün eser;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!

Eski adresimse kurumuş bir gül,
Gizemli bir ıtır, domur domur kan,
Yaba yaba yelde savrulur gönül,
Firkatli turnalar geçer uzaktan.
Dalgınlığım debimetre tanımaz,
Başım çarpar bir gemi bordasına
Düşerim bir girdabın ortasına
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!
Birden bezeklenir sevda haritam,
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman...
Lâleler toplarım ben tutam tutam,
Bizim için çalar kıvrak bir keman.
Gök papatya, yer ise lâle bahçesi,
Aşka ışık dokur kuşların sesi.
Seninle hep aynı yerde oluruz;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!
Kumaşı eprimiş üç mevsim geçer,
İlkyazla uyanır derin uyuyan.
Tan sesine cıvıldaşır serçeler,
Sevdadır anlıma namlu dayayan.
Havuzuma ay ışığı dökülür.
Bilirsin ki burda değilim artık,
Ruhum yağmur yağmur göğe çekilir;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!
Gülde çiy damlası... Buzum sırçayım;
Güneşe çarpınca param parçayım.
Bir gün Emirgândayım, bir Kanlıcada,
Üsküdarda, Beykozda, Çamlıcada.
Şehir bir hançerken kan burgacında.
Mekâna sığar mı bu deli yürek?
Bir sevda çeşmesi, bu deli yürek.
Baylanır, beklerken baygın düşerim;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!
Saçlarına pütür pütür yapışmış,
Gözlerinin rengi ile sıvanmış
Bir avuç kuru çiçek topladım.
Kırılıp dökülmesinler diye
Sevgiyle, özenle tek tek topladım.
Yürek fideledim zamana ve mekâna,
Hasat vakti geldi yürek topladım.
Belli ki bu yıl da vuslat gecikecek
Aşıdır, serumdur, besindir her umut,
Ey sevgili umudunu diri tut!
Bedenim hür değil, mühlet ver bana,
Er veya geç çıkıp geleceğim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!
Mevsimi geçiyormuş, geçsin varsın,
Hep böyle dönüyor zaman tekeri.
Biri gider, biri gelir mevsimlerin,
Sonsuzluğu, diri aşklarla kucaklarsın.
Acılardan damıtırsın şekeri,
Sabrı da güzel olur çeyizi hazır kızların.
En ışıltılı çağında yıldızların
Kaç bıldır öteden göz kırpar bana,
Her umut bir yoldaş, her dert âşina.
Sorma ıhlamurlar ne zaman çiçek açar?
Beni güneşin ortasına atsalar da
Yanarım, pişerim, gelirim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman...



30 Mayıs 2012 Çarşamba

Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar



''Behçet Bey hayatını hatıralarıyla beraber topladığı odada bütün gününü,tamir ettiği saatlerle,ciltlediği kitaplar arasında,her biri belli başlı iki atelye gibi olan masaların birinden öbürüne giderek geçiriyor ve gece oldu mu,mutlak bir ebediyet imanıyla içtimaî mevki fikrini o kadar garip surette birleştiren eski Mısır hükümdarlarının bütün zenginliklerini topladıkları mezarlarında ölüm uykularını uyumaları gibi,o da bu sevdiği eşya arasında,hangi zamanı saydıkları bilinmeyen bir yığın saat tıkırtısı içinde uyuyordu.''

Sana Bir Ara Aklımda Kalanları Anlatırım Alper Gencer


ne sular geçti böyle buzla buhar arası
ne kısa bir yazken o niçin hala bitmiyor
durmuş bir vakit bende sisli gece yarısı
çektirdiğin fotoğraf neden hiç konuşmuyor

geç kaldık ve yanlışları güzeltemedik
erken varsak doğrular bakışı yakacaktı
çok sarhoştum yani hak ettim yaşamayı
evden kaçmıştım eve
tuza yara saçmıştım
bütün randevulara düzenli olarak geç kalmakta haklıydım
gök bana göre değildi yeri zaten hiç sorma
gök de kendine göreydi yerde zaten hiç durma
çıktım bir kapısını bulup yaşadıklarımdan
vardım ki seni sevdim
seni sevdim evler arasından bir evdin

döndüm ve dönüşümle düştü aniden dekor
sen yükseldin elinde kara bir kalem vardı
say ki her yanım ihanet kadar yazdı
ve çeşitli organlar olarak
insanı yar eden vardı
var eden vardı aşkı
kelebek küllerinden bir şaraba yazarak

okumak budur
yani yağmur bekleyen toprağın durmaksızın kuruması
sana çok şeyler anlatmak istemem
kendi sesime kavuşasım kadardı
senaryo gereği doğdum
çocuklarım oldu her an ölebilirler
bel bağladım kimyaya
kendimi siyah elbiseler içinde
buldum hiç durmadan bir kızıla bakarken
durdum binlerce sene kendime ki ağlarım
anam babam diyorum her an ölebilirler

ölsünler ne çıkar
en çok her boşluğu dolduran bir keder çıkar
allah kimseyi ölümden korumasın
ölüm olmasa bu rezil hayatın suyu çıkar
sen de gidip öldün ama kalıp öldürüyorsun
ben de kalıp ölüyorsam senin dirinledir bu
bu kadardır işte ne kadar dersek o kadar olan hayat
herkes ölür gider biz yaşayıp kalırız
öyle bir kalırız ki
kadraj dağılır
ve dünya birer diri olarak bizi kabul edemez
yaşamak budur
herkes giderken kalmak zorunda kalmakla beraber kalmak
kadar kahpe ve yalan
kadar başımızın üstünde yeri var

hayatımın rolünü oynadım başrolde sen de vardın
ne fırtınaydı ama o saçlarınla birlikte
ne güneşlere yandık var mıydı hiç hatırım
avluda oturmuştuk ellerin ellerimde
sana bir ara aklımda kalanları anlatırım



29 Mayıs 2012 Salı

SADİ


Bir gün diyar-ı Rum'un bir limanına deniz yolu ile gelenbir genç çıktı.

Bu,akıllı bir gençti ve iyi bir memleketten geliyordu.

Kendisini böyle akıllı gören ve iyi bir yerden geldiğini anlayan oranın halkı,bu gencin eşyasını aldılar ve kendisini de iyi bir yere götürüp misafir ettiler.

Bir gün abidlerin başı olan şeyh o gence;

Şuradaki cami tozlanmıştır.Ötesine berisinde çer çöp birikmiş,toplanmıştır.Oraya git,sil süpür ve temizle,dedi.

Genç bu sözü işitir işitmez kaçıp gitti ve kendisini bir daha gören olmadı.

Gerek şeyh,gerekse müridleri dediler ki;

Bu misafir gencin elinden ya bir iş gelmiyor,yahut da iş biliyor ama çalışmaktan kaçıyor.

Bir gün şeyhin uşaklarından biri ona rastladı ve şöyle dedi;

İyi bir harekette bulunmadın.Sen kendini beğenmiş bir gençsin.Hiç bilmez olur musun ki,insanlar hizmetle ve çalışmakla yükselirler,br makam ve mevki sahibi olurlar.

Akıl,irfan ve fazilet sahibi delikanlı ağlayarak ona şu cevabı verdi:

Ey gönül ehli dostum!Ben şeyh efendiden emir alır almaz temizlemek,silip süpürmek için camiye gittim.Fakat baktım ki,cami tertemiz.Ne toz var,ne toprak,ne de çer çöp.Meğerse orada kirli olan yalnız ben imişim.Caminin temizliği için benim temizlenmem lazımdı!..


28 Mayıs 2012 Pazartesi

Oblomov / Ivan Gonçarov


‘’-Biliyor musun Andrey, benim içimde ne yakıcı, ne de kurtarıcı hiçbir ateş yanmadı. Hayatımda hiçbir zaman başkalarınınki gibi gittikçe renklenen, parlak bir güne çevrilen bir sabah olmadı; bir sabah ki yakıcı öğlesi geçtikten sonra yavaş yavaş solsun ve kendiliğinden akşama karışsın. Hayır, benim hayatım sönmüş başladı. Tuhaf, fakat böyle. Kendimi bilir bilmez sönmeye başladığımı hissettim. Sönüşüm dairede, evrak başında oturduğum zaman başladı; sonra kitapları okuyup da onlarda hayatta kullanmayacağım gerçekler buldukça, dostlar arasında dedikodular, alaylar, soğuk, kötü, boş gevezelikler dinledikçe, gayesiz, sevgisiz, toplantılara katıldıkça daha da kötü oldum. Mina ile de hayatımı, kuvvetlerimi harcadım: onu sevdiğimi sanarak gelirimin yarısından fazlasını israf ettim. Nevski bulvarında kürklü mantolar arasında bir aşağı bir yukarı dolaştığım zamanlar; evlenecek iyi bir kısmet olduğum için akşam toplantılarına çağrıldığım zamanlar; şehirden sayfiyeye, sayfiyeden Gorohova sokağına taşındığım zamanlar, hayatımı, kafamı boşu boşuna harcıyordum. İlkbahar benim için ıstakoz ve istiridye mevsimiydi; sonbahar ve kış kabul günleriyle doluydu; yaz gezintilerle geçerdi... Bütün hayat, tembel ve rahat bir uyku idi. Gururumu da nelerde kullandım? Ünlü bir terziye elbise ısmarlamakta; tanımış aileler içine kabul edilmekte; Prens P.'nin elini sıkmakta... Gurur hayatın tuzudur derler; gururum nereye gitti? Ya ben yaşadığım hayatı anlayamadım, ya da bu hayatın hiçbir değeri yoktu. Daha iyisini de bulamadım, göremedim, kimse göstermedi. Sen bir gelip, bir kayboluyordun, kuyruklu yıldız gibi; bense her şeyi unutuyordu, ağır ağır, sönüyordum.’’



La Rochefoucault


Yeni bir aşk en çabuk eski bir aşkın sönmemiş küllerinden doğar...

Dorothea Brande, Yazar olmak

En iyi kitaplar en sağlam inançlardan doğar. 

A’mâkı Hayal / Filibeli Ahmet Hilmi


İnsanın yegane marifeti birşey bilmediğini itiraf ve tasdikidir.



Mevlana İdris Zengin


Başımız yerde
Açtık elimizi sevgilinle birlikte
 Bize bak çekip çıkalım uçurumlardan
 Bize bak çıkalım dünyanın bütün kulluklarından
Parçansak al bizi bir daha ayırma evinde uyuyalım
 Yabancıysak dost ol bize senden ayrılmayalım
 Elimiz açık ve ruhumuz secdede durmuş bekliyoruz
 Sevdiklerin aşkına sevenlerin aşkına
 İnşirah inşirah inşirah
 Ayetin değil miyiz senin Yâ Allah



ERMİŞ / HALİL CİBRAN

Sizi elekten geçirir, kabuklarınızdan azad etmek için sizi
Beyazlayıncaya kadar öğütür sizi.
Yumuşayıncaya dek yoğurur sizi.
Ve daha sonra siz devreder kendi kutsal ateşine,
Allah`ın kutsal ziyafetine kutsal ekmek olasınız diye.

Bütün bunları yapacaktır aşk size,
kalbinizin esrarını öğrenebilesiniz diye
ve bu bilgi sayesinde Hayat`ın kalbinin
bir parçası olabilesiniz diye.

Fakat şayet korkunuz halinde, aşkın sadece
huzuru ve hazzını arayacak olursanız,
O zaman sizin için evla olan, çıplaklığınızı örtmeniz
ve dışına çıkmanızdır aşkın harman yerinden.
Mevsimsiz bie aleme doğru; orada güleceksiniz,
lakin bütün kahkahalarınızı değil
ve orada ağlayacaksınız, lakin bütün göz yaşlarınız değil.

Aşk hiç bir şey vermez, kendinden gayrı
ve hiçbir şey almaz, kendinden gayrı.
Aşk sahip olmaz, ne de sahip olunabilir.
Zira aşk kafidir aşka.

Aşık olduğunuz zaman "Allah benim kalbimdedeir." dememelisiniz,
fakat daha ziyade "Ben Allah`ın kalbindeyim " demelisiniz.
Ve aşkın seyrini yönlendirebileceğinizi düşünmeyin;
zira sizi layık bulursa şayet, aşk sizin seyrinizi yönlendirir.

Aşkın hiçbir arzusu yoktur kendini gerçekleştirmekten gayrı.
Fakat aşık olursanız ve muhakkak arzulara sahip olmanız gerekiyorsa arzularınız şunlar olsun:
Erimek ve akan bir dere misali olmak, ezgisini geceye mırıldanan.
aşırı hassasiyetin ıstırabını tanımak.
Kendi aşk anlayışınız tarafından yaralanmak.

Ve kanamak, teşne pür neşe.
Şafakta kanatlanmış bir gönülle uyanmak
ve şükren duymak bir başka aşk gününe.
Öğleyin dinlenmek ve tefekkür etmek aşkın vecdini.
Akşamleyin eve dönmek minnetarlıkla.
Ve sonra uyumak; yüreğinizde sevgiliye dair ve dua dudaklarınızda bir şükür ilahisiyle




Edip Cansever

Ve bu yorgun, bu hüzünlü yüreği benim değilmiş gibi, 
hiç kimse görmeden, şöyle bi yol kenarına bıraksam..


27 Mayıs 2012 Pazar

VUSLAT / YAHYA KEMAL BEYATLI


Bir uykuyu cânanla berâber uyuyanlar,
Ömrün bütün ikbâlini vuslatta duyanlar,
Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamânı,
Görmezler ufuklarda, şafak soktuğu ânı...
Gördükleri rü'yâ ezelî bahçedir aşka;
Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgârı başka.
Bülbülden o eğlencede feryâd işitilmez;
Gül solmayı; mehtâb, azalıp gitmeyi bilmez...
Gök kubbesi her lâhza, bütün gözlere mâvi...
Zenginler o cennette fakirlerle müsâvi;
Sevdâları hulyâlı havuzlarda serinler,
Sonsuz gibi, bir fıskıye âhengini dinler.



Bir rûh, o derin bahçede bir def'a yaşarsa
Boynunda onun kolları, koynunda o varsa,
Dalmışsa, onun saçlarının râyihasıyle,
Sevmekteki efsûnu duyar her nefesiyle;
Yıldızları boydan boya doğmuş gibi, varlık,
Bir mû'cize hâlinde o gözlerdendir artık.
Kanmaz, en uzun bûseye, öptükçe susuzdur,
Zirâ, susatan zevk, o dudaklardaki tuzdur.
İnsan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan,
Bir sır gibidir azcok ilâh olduğumuzdan.



Onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler.
Bir gün nereden hangi tesâdüfle gelirler?
Aşk, onları sevkettigi günlerde, kaderden
Rüzgâr gibi bir şevk alır, oldukları yerden.
Geldikleri yol, Ömrün ışıktan yoludur o!
Âlemde bir akşam ne semâvi koşudur o!
Dört atlı o gerdûne, gelirken dolu dizgin,
Sevmiş iki rûh ufku görürler daha engin,
Simâları her lahza parıldar bu zafirle;
Gök her tarafından, donanır meş'alelerle!



Bir uykuyu cânanla berâber uyuyanlar,
Varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar
Dünyayı unutmuş bulunurken o sularda,
- Zâlim saat ihmâl edilen vakti çalar da-
Bir ân uyanırlarsa lezîz uykularından,
Baştan başa, her yer kesilir kapkara, zindan...
Bir fâciadır böyle bir âlemde uyanmak...
Günden güne, hicranla bunalmış gibi, yanmak...
Ey talih! Ölümden ne beterdir bu karanlık!
Ey Aşk! O gönüller sana mâl oldular artık!
Ey vuslat! O âşıkları efsûnuna râm et!
Ey tatlı ve ulvî gece! Yıllarca devâm et!



Edip Cansever

Ve mutluluk bir kibrit çöpü.. Artık ne kadar yanarsa...

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Paul Auster

Birisini unutmak zorundaysanız, bunu sindire sindire yapın. "Çünkü aklın zamansız öldürdükleri, yürekte amansız dirilir.

Milan KUNDERA, Ölümsüzlük



Aşk duygusu karşımızdakini tanıdığımıza dair bir yanılsama uyandırarak hepimizi kandırır.


Turgenyev, İlk Aşk



-Onu sevdiğimi mi sanıyorsunuz? dedi. Küçümsediğim kimseleri sevemem. Beni dize getiren birisi çıkmalı o zaman... Ama böylesinden Tanrı korusun! Doğrusu, boyunduruk altına girmeye niyetim yok.

-Hiç sevmeyecek misiniz?
-Neden? Sizi seviyorum işte...



ABDURRAHİM KARAKOÇ




Bir aşk bulsam, yağmurunda ıslansam
Bir dost bulsam, irfanında beslensem
Bir dağ bulsam, sinesine yaslansam
Yalnızlığım bitermola, bilmem ki?


NEDİM



Mest-i nâzım kim büyüttü böyle bîpervâ seni
Kim yetiştirdi bu gûne servden bâlâ seni

Bûydan hoş rengten pâkizedir nâzik tenin
Beslemiş koynunda gûyâ kim gül-i ra'nâ seni

Güllü dibâ giydin ammâ korkarım nâzâr eder
Nâzenînim sâye-i hâr-i gül-i dibâ seni

Bir elinde gül bir elde câm geldin sâkiyâ
Kangisin alsam gülü yahut ki câmı ya seni

Sandım olmuş ceste bir fevvâre-i âb-ı hayât
Böyle gösterdi bana ol kadd-i müstesnâ seni

Ben dedikçe böyle kim kıldı Nedîm'i nâtüvân
Gösterir engüşt ile meclisteki miNâ seni.


25 Mayıs 2012 Cuma

Jose Saramago / Körlük


Terk edildiğinde yaşam ne kadar kırılgan..


Satranç / Stefan Zweig


‘’Suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiç bir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta.. Duracak, görecek, hiçbir şey yoktu,her yerde ve sürekli ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan, boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun boşlukla... ‘’



Aşknâme / İskender Pala



‘’İlyas'ın aşkı gerçekti,çünkü sevendi; Cemile'nin aşkı ise İlyas'ın aşkının maşuk aynasındaki bir yansımasıydı, çünkü sevilendi.Çok geçmedi, görüşme ve bakışmalar aşka hükmetmeye başladı ve sevenin aşkı çaresizlik, hakirlik ve teslimiyete; sevilenin aşkı da tahakküm, kibir ve yönetmeye meyletti. Aşk her zaman böyleydi zaten. ‘’


Bir Kış Günü, Öğleden Sonra / Marguerite DURAS



‘’Sevgi bir duygu mudur, değil midir, bilemeyeceğim. Kimi zaman sevmek görmektir gibi geliyor bana. Sizi görmek. ‘’



Birhan KESKİN



Aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir
Ben bir Divan şairi değilim ki sevgilim
Sana bercesteler düzeyim
Yine de giderayak, gözlerine, ellerine, ayaklarına
Tutulmuşluğumu herkes bilsin isterim.

Balzac


‘’Mektup bir ruhtur. Konuşan sesin çok sadık bir yankısıdır. Bu nedenle ince düşünceli kişiler onu aşkın en zengin gömüleri arasında sayarlar.’’


Platon / Devlet


‘’Doğruluk, her yerde dikkat edilmesi gereken en önemli erdemdir. Kimseye kötülük etme­mek, doğruluğun vazgeçilmez yoludur. Kötülere dahi kötülük edilmemelidir. Çünkü kötülük, kötüyü iyi yapmaz. Kötülük etmek, hiçbir durumda doğru değildir.’’


Beyaz Gemi / Cengiz AYTMATOV


‎...Akşam işler bitince dedem bana masal anlatıyor.Biliyorum dışarısı kapkaranlık, buz gibi soğuk ayaz var.Bu soğuk gecede rüzgar dolaşıyor, şirret mi şirret.En yüce dağlar bile böyle gecelerde korkmaya başlar birbirine sokulur,evimize, ışığımızın yandığı pencerelere yaklaşırlar. Bunun için ben de hem ürperiyorum korkudan hem de içim sevinçle doluyor nedense. Dev olsaydım, dev kürkümü giyip evden dışarı çıkacaktım.Dağlara seslenecektim, avazım çıktığı kadar:''Korkmayın, korkmayın dağlar! Ben buradayım! Varsın essin rüzgar, gece karanlık olsun karlar savrulsun ne çıkar? Siz korkmayın.Sokulmayın böyle birbirinize toplanmayın dağlar!'' Sonra kar yığınlarına basa basa yürüyecektim derenin üstünden atlayarak, ormana doğru gidecektim.Ağaçlar da geceleyin çok korkuyor ormanda...Yalnız başınadır, kimse onlara seslenmez, kimse konuşmaz onlarla.Çıplacık titreşir dururlar, donarlar soğuktan, gidecek yerleri yoktur. Ben de ormanda dolaşacaktım.Dev olsaydım, her ağacı teker teker sevecektim, hafifçe vuracaktım gövdesine bu kadar korkmasın diye.Baharda bir daha yeşermeyen ağaçlar muhakkak korkudan donmuş olanlardır...


Necip Fazıl Kısakürek


Ruh

Ya bin yıl, ya bin asır sonra o gün gelecek.
Koklarken küllerimi mezarımda bir böcek
O kadar yanacak ki, bir yüksüklük toprağım,
Yerden bir damar gibi kopup fışkıracağım!
Ve birden bakacağım, her tarafım bitişmiş,
Başım, toprak altında bir mâden gibi pişmiş.
Nefesten daha ince bir ipek kumaş derim;
Fosfordan daha parlak, ince uzun ellerim.
Dalacağım kendimin hayran seyrine,
Diyeceğim: Bu dönen şeyler eski yerine,
Benim diye baktığım şeyler miydi bir zaman?
Külümün rüyası mı yoksa gördüğüm?.. Aman!
Başımda açılacak fânilerin seması
Ve onların taprağa gerçek diye teması,
Bir tatlı vehim gibi içimi bayıltacak;
Toprağın, koşacağım, üzerine yalnayak;
Şehrin, dolaşacağım kuş gibi etrafında;
Bir beyaz hayaletim upuzun çarşafında,
Gezeceğim, doğduğum evin odalarını,
Geceleyin, koskoca şehrin lâmbalarını,
Bir keksin üfleyişim söndürmeye yetecek;
Korku, şehrin çelikten sesini tüketecek.
Herşey susacak o ân, çalınacak kapılar;
Kiremitleri yaprak yaprak alan bir rüzgâr,
Ağzamdan haykıracak, uzun, gizli, çapraşık...
Erişilmez fikir ki, düğüm düğüm dolaşık...
Sarıldıkça boşanan yumak, çözülen demet;
Başı görünmez hayâl, sonu gelmez nedamet...

(1931)






Ölüm

Kapı kapı bu yolun her kapısı ölümse,
Her kapıda ağlayıp son kapıda gülümse!

Necip Fazıl Kısakürek

24 Mayıs 2012 Perşembe

Cemil Meriç'ten Lamia Hanım'a



"Çok yorgunum, Asırlara değil sana seslenmek istiyorum. Şöhretten ebediyetten banane! İstiyorum ki bütün yazdıklarımı ve yazacaklarımı sen oku."

Cahit Koytak


yalnızlık duman rengidir,
yaşlılık kurum rengi,
çocukluk deniz rengi...

dostluk tütün rengi sanılır,
bazen tütün rengidir sahiden,
ama çok zaman toprak rengi;

sevgi yağmur rengidir çünkü,
hasret bulut rengi,
vefa tan rengi

hayatın rengi, peki?
geçip giden yılların rengi,
akıp duran günlerin rengi?

rüzgârın rengi olur mu ama,
suyun rengi, rüyanın rengi,
şiirin rengi?


Cahit Zarifoğlu


Yazdıkların şiir değilse kalsın
Cennetse sevdan çık dışarı
Solgun ışıklar
Sessiz ağaçlar parklarla
O cümbüş gecesini de tak peşine
Yazdığın şiir değilse bırak bunları kalsın  


Anılar / Victor HUGO


‘’Tunus Beyi Ahmet,bu günün o gülünç Türk modasına uyarak giyinmişti.Bu moda iki Fransızın Sultan II.Mahmut’u uygarlığın pantolon ve redingot giymek demek olduğuna inandırdıkları günden beri bütün Osmanlı İmparatorluğu’na yayıldı.Böylece yiğit Türkler geleneksel giysilerini,insan giysilerinin bu en güzel ve gösterişlisini bir kenara attılar ve bizim giysilerimizi yalan yanlış taklit etmeye başladılar.Türklerin bizden fazla bir şeyleri,güzellikleri vardı:Biz onlara çirkinliğimizi vermeyi başardık.Bizim uygarlık taslayan bilgiçlerimiz ise buna ilerleme adını veriyorlar…’’

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Görünmez Kentler / Italo Calvino


"İki yolu var acı çekmenin: Birincisi pekçok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek."


Yağmur Beklerken / Tarık Buğra



‘’Acıkmışlar...açlar, yazık. Dilenmeyi de bilmezler. Kapımızda bekleştiler. İki lokma alınca da gittiler. Anlamadın sen emmim oğlu; eşşeklik edip verdim paketi. Kendimi birşey sandığım için. Bilirim ben; ayıp olmasın diye aldı paketi. Bilirim ben; bekledikleri iki lokma iki çift laf... hatta yok sayılmamak, eşya farzedilmemek: Varlıklarının, insanlıklarının kabul edildiğine inanmak. Asıl açlık bu. Yürütecek, konuşturacak, gözlerinin ferini getirecek iki lokma bu.’’

Erdem Beyazıt


Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın
Saçlarınız ıstırap denizinde bir tutam başak
Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana
O inanmışlar çağının.  

Bir Adam Yaratmak Necip Fazıl KISAKÜREK


“Bir sigara kâğıdını şu masaya koy, üstüne bir taş bırak, kapıları kapa ve git! Üç yüz sene sonra gel, yerinde bulursun. Belki sararmış, belki buruşmuş, fakat yine o. Bir sigara kağıdı kadar yaşayamıyoruz. Kefenimizden evvel çürüyoruz. Duyuyorum! toprak altında milyonlarca kurdun, çıtır çıtır dut yapraklarını yiyen milyonlarca ipek böceği gibi, milyonlarca ölüyü yediğini duyuyorum.
 Ölüler! Korkunç bir saklambacın korkunç oyuncuları. kurtarın beni ebedilikten! öldüm sizi araya araya.. kurtarın beni düşünmekten!”


HATIRALAR- 1 / ALİ ULVİ KURUCU


“Rabbim ne güzelsin, sana kul olmak ne güzel şey… Mü’min kullarına farz kıldığın vecîbelerin her biri, birer bahar, her biri birer kâr, her biri birer vakar…”


Nurettin TOPÇU-Yarınki Türkiye-[s. 115]


Yabancıya karşı savaşın sebebi, insanların ruhunda “Cihad-ı Ekber”i büyük savaşı yaratmaktı. Bu ruhi ve büyük savaşın eseri, Anadolu’nun bugünkü insanı bu insanın bütün ruhi derinliğidir. Anadolu’nun ruhtaki benlikle savaşan kahramanları arasında başı göğe değen Yunus Emre’yi hatırlamak lazım. “Çiğdik pişdik elhamdülillah” diyebilmek için kırk yıl pirinin dergâhına sırtında odun taşıyan Yunus, ruhu gaye, maddeyi ona ulaşmak için vasıta bilen Anadolu çocuğunun cedlerinin en özlü tarafıdır.


Yılbaşı / Çetin Alpagut

Ben o bahçeye girecekken tam
ruhuma dar geldi ihtarı dargın hurufun
elbisem su geçirmez derken öldüm
cesedim su sızdırıyor şimdi..

Siyah bir yüzüm var tabiat karşısında
ölü rengi çekilmiş tenime eski ozanların
nerede su bekleyen çeşmenin ustası
uykusu ağır katında matem gününün
frengili çocuk iğdam edilmeli suçlu değilse
her yerde çocuklar ölmüyor mu nasılsa...

Dalımdan nar koptu
içimde kıyameti kuru gül yaprağının
kolay cümlelerde adı geçen insanlık
umrundan uzak duruyor erişmiş yaşının..
dursun bakalım hayfına dokunmadan bu yılın
gelişmiş organlarla solusun ilkel yalnızlığını
yorgunsa da kuralları vardır başını yaslayacak
uçurumlar kapatan hesapları veya
bana hiç dokunmayan...

narlı elleriyle uzak duran sevgilim
bu yıl yüzüme bakmayacak bahçeye girmedim diye
ihtarına boyun eğdim diye dargın hurufun
günüme dağılmayacak altın saçlarıyla...

o vakit bahcenin önünde bekleyendim
suyu akmayan çeşmenin ustası bendim
bahara yakılan türküleri susturan
ruhumu çalanlara göz yumandım.


-Aşka inandım-
dalımdan nar koptu
içimde kıyameti denizde susuzluğun

öldüm ve öğrendim
yer altından söz dinlemeyi
kime benzerse benzesin sözlerim
ben söyledim...
mezarlara benzer yerlerde yeşil yapraklar
tutuşmuş bir insan cesedi gibi güzel
öldüm ama cesedim su sıdırıyor hala
ekşi tadı dudaklarımda asık suratların
umutlu şeyler söyleniyor genlerle ilgili
çirkin yüzünü şiire varsayan adam
dünyaya dönmen gerek daha çok gömülmeden.....


uyurken durmadan gözlerimle sevdiğim sevgilim
kendisiz geçecek bir yıla yoruyor yokluğumu
sadece benim değil bu sıska tanım
herkese ait benimle kim varsa....

Büyüdüm otuz yıl sonra nihayet
aşka inanma diyor huruf
sevişmeden yazılır en güzel aşk şiiri
sevgilim
sana uçmuyor içinde adın geçen bu şiirde
aşka sığmaz suretin gölgenden ağır ama
delirmiş bir ırmağa döküldü yüzüm
mevsimdi yaz
kalbimden geçenleri topla istersen
kendine uzun bir şiir yaz....


DİĞER KADINLAR----LEKE

masalar taşımıyor hurufun sefasını
masalar ayinlere lanet okuyor
kurduğu cümleler aptalca okunuyor yazılınca
avunmak için kapısı çalınmayan şarkılar
avunmak için kapısı çalınmayan şiirler
avunmak için kapısı zahmetli
avunmak için kapısız aslında
avunmak isteyenmi var bu bu tezgahta
ayinler zahmetsizse
masallar yalan.....


2004


Kalbim! / Çetin Alpagut


Kalbim!

kesiğinde son bulsun bu kayboluş
içinde unuttum seni kuş yuvasının
nefesinde neşter gibi iz bırakan savruluş
keyfine sefalar yakıştıran hüzün olsun...

Kalbim!
giderse gitsin
sana doymadan dilini kessin pınarından
sana bir şiir gerek bu yokuşun başında
hangi göz süzmeden yazdıracaksa
o bakışa tutulsun parmakların..

Kalbim!
kimse için söylenmedi ağıdın
içini dağlayan bir dakika için kahraman sayıldın
omzunda ben olsam diye yürüdüğün yol aşk değildi
ismi yok gözleri renksiz elleri elsizdi
sesi sessiz ve dudakları izsizdi
çizilmiş bir resimdi hevesin...geçti

22 Mayıs 2012 Salı

Jurnal 1 - Cemil MERİÇ


Sen öyle bir kadehsin ki bir yudumun iksir,bir yudumun zehir...


Kitab-ül Hiyel,İhsan Oktay Anar


‘’Ustaların kılınç yapmak için saatlerce ve günlerce dövdükleri demir neden serttir, bilir misin? O, insanoğluna hemen boyun eğmez., çünkü onların, kendisiyle işleyecekleri suçları bilir. Bu yüzden de ortak olacağı günahların bedelini ateşte dövülürken peşinen öder. Zalimlerin kolları kendi erişilmez isteklerine göre çok kısadır. Tutkularının büyüklüğü onları böylece sakat kıldığından, bizim kılınç dediğimiz koltuk değneğini kullanırlar. İcat ettiğin silah işte onların tutkularını büyütecek ve zulümlerini arttıracak. Sen onların kollarını uzattın. Oysa kılınçlar yeterince uzun değil miydi?”


20 Mayıs 2012 Pazar

Kayıp Hayaller Kitabı / Hasan Ali Toptaş


İnsanların aynı şeylere baka baka artık kör olduklarını düşünürüm bazen; aralarında yaşayıp gittiğimiz halde bizi bir türlü göremediklerini, görseler bile tanıyamadıklarını ya da başka birileri zannettiklerini düşünür de hepimiz için üzülürüm. Yazık derim şu insanlığa, ah ne kadar yazık..


Ahmet Telli


''Unutuş, tenhâya açılan büyük kapı..''


Kayıp Hayaller Kitabı / Hasan Ali Toptaş


"Ben bir gerçeğin saklısındayım şimdi ve senin hayatın benim sana demediklerim kadar noksan..."


Aşık Sümmani

Sümmanî’yem ya Rab gönlüm hoş eyle
Ya sabır ver yada bağrım taş eyle
Ya bir çift kanat ver ya bir kuş eyle
Tez ulaşam yâr bağında talan var

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Peyami Safa, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu


Nüzhet bana yalan söyledi.Dünyanın hiç bir Nüzhet'i yalan söylememelidir. 

Honoré de BALZAC, Vadideki Zambak



 Sonradan görme insanlar maymunlara benzerler. Onlarda bir maymun becerikliliği vardır. Bakarsınız yukarılara tırmanıyorlar, tırmanma sırasındaki çevikliklerine hayran olursunuz, ama tepeye ulaştıkları zaman artık yalnız ayıp yerleri görünmeye başlar.

Andre GIDE, Günlük


Eğer başlanmış herhangi bir kitabım olsaydı bu akşam onun en güzel sahifelerini yazardım. Bu akşam uyanık, çok neşeli değil, bütün vücut sükuna kavuşmuş, kalbim sağlam. Bu akşam mükemmel bir aşık olabilirim; acımdan Gerard'ı düşünemiyorum.



TİN SURESİ

1- İncire ve zeytine andolsun,
2- Sina dağına,

3- Ve şu emin beldeye (güvenilir şehre).
...
4- Doğrusu, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.

5- Sonra aşağıların aşağısına çevirdik.

6-Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisi olmayan bir ecir vardır.

7- Öyleyse bundan sonra, hangi şey sana dini yalanlatabilir?

8- Allah hükmedenlerin hakimi değil midir?

TİN SURESİ

Okumak Ayrıcalıktır!

İhsan Oktay Anar, Suskunlar


Sonra sustu.
Hava kararmaya başladığında, belki dayanamadığından, ağzından şu sözler dökülmüştü:

"Her musikî, sesin değil de, aslında sessizliğin bir taklidi."

Derken şunu da söyledi:

"Musikî sessizliğe ne kadar yakınsa, o kadar da mükemmel olur."

Nihâyet şu sözleri mırıldandı:

"Kulakları hassas olduğu hâlde hiç bir şey işitmeyen kişi, O'nu dinliyordur."

Şunu da dedi:

"Sessizlik de bir perdedir. Sessizliği işitebilirsin. Es bile bu perdeye kıyasla, ses'tir.

Yüzünde bir hüzün belirdi ve dedi:

"İnsanlara neyi söylediğimi ve onları neye dâvet ettiğimi hemen hemen kimse anlamadı. Oysa onlara neyi ve ondan üflenen nefesini anlatmış, hepsini neye dâvet etmiştim. Kulağı olan işitti."

Yaşayan Ölü / Samiha AYVERDİ

‘’Ağacın kıvam bulması meyveyi haber vericidir ruhun kıvam bulması da hakikati haber vericidir. Şu halde, ruhu hakikatle kıvam bulmuş kimselerdir ki devran onlara ölümsüz bir hayat bahşediyor.Yaşayan, devam eden onlar.. Ölseler de ölmeyen gene onlar!"

Abide Şahsiyetler / Samiha AYVERDİ


‘’Şu bir tarihi hakikattir ki XII. Asır Anadolusu'nun kanlı ve buhranlı coğrfyası üstünde Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Yunus Emre gibi rehber ve önden gidici insanlar olmasaydı belki de dünyaya parmak ısırtan bir Osmanlı medeniyet ve hakimiyeti de olmazdı. Şuna da inanmak yerinde olur ki, Fatih Sultan Mehmed'e gemilerini karadan yürüttüren, Yavuz Sultan Selim'e ordusunu geçit vermez dağlardan, kervan geçmez çöllerden aşırtan, Varna'ları, Kosova'ları, Mohaç'ları meydana getiren ve halkı fütuhat kadar medeniyet ufuklarında da seferber eden, hep o büyük velilerden sızıp kütlelerin kanına canına karışmış olan bu müşterek iman ve idealdir."

18 Mayıs 2012 Cuma

Güvercin Gerdanlığı: Sevgiye ve Sevenlere Dair / İbn Hazm


Aşkın görünümlerinden biri de sevgililerin birbirine kavuşmasıdır. Bu büyük zevk, çok tatlı bir dönem, yüksek bir derece, şafaktan doğan bir mutluluktur. Daha doğrusu; ama nasıl söylesem, diriliştir, yüce varoluştur, sürekli sevinçtir, Allah’ın büyük bir bağısıdır. Eğer bu dünya üzüntü ve kaygı dolu fani, geçici bir dünya olmasaydı ve eğer cennet bir ödül yeri, kötülüklere, çirkinliklere karşı bir sığınak olmasaydı, sevgiliyle birleşmenin (verdiği) katıksız mutluluk, hiç bir şeyin bulandıramayacağı dupduru, saf, kesinlikle üzüntü ve kederin yaklaşmadığı, dileklerin tamamlandığı, umutların son sınıra vardığı bir gönül şenliği olduğunu kolaylıkla söyleyebilirdik. Gerçi aşığın kalbinde aşk ateşi devamlı yanar. Ne yağmurdan sonra bitkilerin çıtır çıtır büyüyüşü, ne ilk yazda kara bulutların kaybolmasından sonra çiçeklerin parlaklığı, ne yemyeşil bahçelerle çevrili bembeyaz sarayların zarafeti güzel huylu, iyi karakterli, nitelikleri güzellikte ahengini bulan bir sevgiliyle kavuşmaktan daha güzeldir. En beliğ insanlar bu sevinci tasvir etmekten acizdir; tadını anlatamazlar. O durum gönülleri şaşkına çevirir, zekaları durdurur...


Nazan Bekiroğlu


Aşkla var olduğum yerde yine aşkla yok olayım.
Rabbim,acıya razıyım ama gözyaşım bende kalsın.
Razıyım yoklukta var olayım.
Yitirdikçe bulayım. Öldükçe doğayım.
Canım çekildikçe aradan saf aşktan ibaret kalayım.


Boncuk oyunu / Hermann HESSE


Ancak gerçek’in sözünden çıkılmadığı zaman us yarar sağlar insana, bir soyluluk taşır;
gerçek’e ihanet eder etmez, gerçek saygısını bir yana bırakıp satın alınabilen ve
istenilen biçime sokulabilen bir nesne durumuna gelir gelmez us, şeytanın ta kendisi olup çıkar,
içgüdülerinin egemenliğindeki bir hayvandan daha da beter olur durumu, çünkü bir hayvanda
doğanın masumiyetinden az çok bir şeyler saklıdır.


17 Mayıs 2012 Perşembe

Hasan Ali Toptaş - Bin Hüzünlü Haz

"Sokak lambalarının yalnızlığını, depolarda uyuyan eşyaların sırnaşıklığını, insanların birçok şeye karşı gözü kapalılığını, şarkıların çaresizliğini, aşkların ciddiyetini ve çocukların saflığını dinliyorum."

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski


Kokuşmuş ve hastalık halini almış sistemi değiştirmek dâhilerin işidir. Muhammed sistemi zorlayacak ve devirecek güce erişinceye kadar putlara dokundu mu? Sistemi ezip ayakları altına aldıktan sonradır ki putları devirdi. Neden? Putlar semboldü.


Susanna Tamaro

"Her zaman yapılan yanlış nedir, bilir misin? Yaşamın değişmez olduğunu sanmak, trenin ray değiştirmeden sonsuza kadar gideceğini düşünmektir. Oysa kaderin hayal gücü bizimkinden daha renklidir. Artık çıkış yolu kalmadığını sandığın bir durumda umutsuzluğun zirveye vardığında , rüzgar hızıyla her şey değişir, alt üst olur ve bir andan ötekine geçerken kendi yeni bir yaşantının içinde bulursun..."


Markus Zusak - Kitap Hırsızı


"Her yerde kitaplar! Bütün duvarlar oldukça kalabalık ancak mükemmel sıralanmış raflarla giydirilmişti. Duvarın boyasını görmek neredeyse mümkün değildi. Siyah, kırmızı, gri, her renkten kitabın sırtında değişik renkte ve boyada yazılar vardı. Liesel Meminger'in hayatında gördüğü en güzel şeylerden biriydi.
Hayretle gülümsedi.
Böyle bir oda nasıl olabilirdi! (...)
Gitgide oda küçüldü, ta ki, kitap hırsızı birkaç adımla uzanıp raflara dokunana dek. Tırnaklarının kitapların sırtına değip geçerken çıkarttığı tıkırtı sesini dinleyerek elinin tersini ilk raflarda gezdirdi. Çıkan ses bir çalgı sesi gibiydi ya da koşan ayakların notaları gibi. Peşpeşe raflar boyunca ellerini yarıştırdı. Ve kahkahalar attı. (...)
Kaç kitaba dokunmuştu? Kaç kitabı hissetmişti?
Raflara doğru ilerleyip bu kez daha yavaşça ve elinin içiyle tekrar kitaplara dokundu; avuçlarının içinde her kitabın sırtının oluşturduğu engebeyi hissediyordu. Işıklı bir hüzmeden yayılan parlak hüzmeler gibi büyülü bir histi, kusursuz bir güzellik karşısında duyulan his gibi. Birçok kez neredeyse yerinden çekip çıkaracaktı kitaplardan birini ama düzeni bozmak istemedi. Fazla mükemmeldiler."

Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği


"Çocukluğundan beri, kitapları gizli bir kardeşlik bağının işaretleri olarak görmüştü."

Fyodor Dostoyevski – Delikanlı


"Gülüş, ruhun hiç şaşmayan aynasıdır.

Yalnız çocuklar kusursuz bir gülüşle gülmesini bilirler."



16 Mayıs 2012 Çarşamba

Hâfız-ı Şirazi


varlığım baştan gitsin, tek yüzünü döndür
söyle yele, dertlilerin harmanını süpürsün

tufanlara kaptırdık gözümüzü, gönlümüzü
gam seline söyle, evi temelinden götürsün
...
bakışımız dicle'nin yıksın bütün ününü
soluğumuz zerdüşt'ün ateşini söndürsün!

"seni kirpiklerimle öldürürüm" diyen yâr
aman, sakın caymasın, öldürürse öldürsün!

hafız'a son gününde vuslat muştusu versen
belki ölürken bile onu mutlu görürsün!


Diriliş Neslinin Amentüsü / Sezai Karakoç


‘’Kur’an ve İslâm mahfuzdur, fakat hiçbir kişinin veya toplumun imanını koruyabilmesi taahhüt edilmiş değildir.’’


15 Mayıs 2012 Salı

Ahmet Hamdi TANPINAR


Basma bu eşikte benim kalbim var,
Kalbim ki bir uzak hayale ağlar
Kıskanç bir büyüdür bana uzletim
Zâlim arzularla tutuşan etim,
Her akşam bir çarmıh olur ruhuma
Ben de bilmem nasıl diner bu humma;
Saatler işkence, günler cellâdım,
Ne ben yanlızlığa bir lâhza kandım.
Ne de yalnızlığım benden usandı.
Tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı,
Yabanî otlarla örtüldü duvar;
Mermer havuzlarda köpüren sular
Kâh bir ayna oldu kamaşan güne,
Kâh bağrım açıldı bütün hüznüne
Ufukları sarsan geniş rüzgârın
Benden sor sırrını bu boş yolların
Benden sor ve benden dinle akşamı..


Mehmet Akif ERSOY

Bir canlı izin varsa şu toprakta, silinmez;
Ölsen, seni sırtında taşır toprağın altı.
Ey gölgeden ümmid-i vefa eyleyen insan!
Kaç gün seni hatırlayacaktır şu karaltı?


14 Mayıs 2012 Pazartesi

Oğuz Atay/Korkuyu Beklerken




Bütünüyle unutulmaya kimsenin gücü yetmiyor.


Acı Deniz / Fatma K. Barbarosoğlu


Sustum. Konuşabileceğimiz onca şey varken… Konuştukça, paylaşıldıkça güzelleşeceğine inandığım onca şey varken. Sustum. Sükûtumu bir ikram gibi sunarak. Konuşmayı paylaşamıyorduk, paylaşılan sükût olurdu belki…


İsmet Özel/Faydasız Yazılar


Bir alacakaranlık içinde geçiyor hayatımız. Bizden öncekilerin hayatı da belki hep alacakaranlık içinde geçti. İnsan olarak yerimiz burası bizim: Işığı fark edecek kadar karanlıkta ve karanlığı tanıyacak kadar aydınlık içindeyiz. Hayatımız için gerekli ışığı bize getirecek olanlar hayatımızı kaplayan karanlığın farkında olanlardır.


13 Mayıs 2012 Pazar

YUSUF HAS HACİP


Zulüm yanan ateş gibidir, yaklaşanı yakar; Kanun ise su gibidir, akarsa nimet yetişir...

Okumak, Ziya Osman Saba



"Eski kitaplar! Sizin sadece yapraklarınızı çevirecek olsam, bir çift sayfanın arasına, kurutulmak için kimbilir kaç yıl evvel konulmuş bir çiçek çıkacak. Bir başkasında, solmuş bir menekşe bulacağım. Daha çocukluğumdan kalmış bir başkasının içinden bir çikolata kâğıdı, bir tavus tüyü düşecek. O zaman, tavus tüylerini, kitaplar içine, büyümeleri için koyduğumuzu hatırlayacak, o kır çiçeğinin koparıldığı günü anacak, heyhat, o menekşeyi tanıyacağım."


JOHN GARDNER


''Gerçekten iyi bir romanın ilk sayfasındaki birkaç kelimeyi okuruz ve okuduklarımızın basılı kelimeler olduğunu unutup,ifade ettikleri şeyleri adeta canlıymışlar gibi görürüz.''


Yaşam Ve Yazgı / Vasili Grossman


‘’Ben Azra kabilesindenim.Aşık olunca sessizce ölürüz biz.’’



Eksilmesin İmgen / Şükrü Erbaş





Bana verdiğin mutluluğu
Paylaşacak kimsem yok
Sevincimi içime
Ve yalnız taşıyorum

(Biliyorsun ya

Susarak yaşamak zorundayım seni)
Bu yüzden gecelere ve sözcüklere
Bölüyorum ağırlığını
Yüzünü gözbebeklerime çiziyorum
Kırık kalemleriyle kirpiklerimin
Baktığım her yerde seni göreyim
Ve eksilmesin diye imgen

Uykularımda bile

Ömrümün evinden
Sır vermez derininden kalbimin.


Rasim Özdenören


Eğer yüreğinizde bir bulantı, kafanızda bir kuşku hissediyorsanız,varlığınızda bir rahatsızlık, çevrenizde bir huzursuzluk varsa kader sizi seçmeye çağırıyor demektir.
Ya size uzatılan ipe sımsıkı sarılıp kurtulacak ya da boynunuzda bükülü bir iple ateş vadisinde dolaşmaya razı olacaksınız..               
               

Ali Şeriati



‘’Dünyaya kanmadım, özgür kaldım, iman ile yoluma devam ettim, ihanet etmedim, durdum ve dönmedim diye övünüyorum. Durdum ama âcizlik ve korkudan değil. Bir duvar da yoktu zaten. Durdum. Dönmedim, yoldan sapmadım, sadece durdum. Durmak ve her esen rüzgara kapılmamak, benim dinimin özüdür. Bu dinin takipçileri oldukça azdır. Halkın çoğu gündüzleri eyyamcı, geceleri dindardır.’’


Esir Şehrin İnsanları / Kemal Tahir



Çöküntü devirlerinde iki çeşit insan meydana çıkıyor. Namussuzlarla namuslular... İki tarafta da, boğuşma büyük bir şiddetle, açıktan yürüyor. Hele, önce "vatandaş" sonra "insan" olunması gereken dehşetli sıralarda faziletle, alçaklığın boğuşması kadar korkunç muharebe yok. Muharebede düşman karşıdadır. Ünifrormalıdır. Az da olsa, çok olsa da bir zaman sonra önemi kalmaz. Kaçarsın, kovalarsın... anında ölenler, yaralananlar olur. Ama hep ileriye bakmanın bir rahatlığı vardır. Oysa esir bir şehirde dost kim, düşman kim, bilinmez!



Birhan Keskin


‎"Dediler ki, olgun bir meyve var sabır perdesinin ardında,
Dünya sana sabrı öğretecek, olgun meyvenin tadını da."

Batmayan Gün / Sâmiha Ayverdi


...Demek ki âhengi vücûda getiren, tiz ve pes muhtelif zıt sadâların anlaşması imiş.
İşte kâinâtın da ihtişam ve saltanatını devam ettiren, zıtların birleşmesidir. Binâenaleyh işimize gelmeyen görünüşler ve yaratılışlar da, küllün saltanatı ve devâmı için bir zarûrettir. "


HAYALİ


"cihan-ârâ cihan içindedir, arayı bilmezler,
ol mâhiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.
harabad ehline dûzah azabın anma ey zâhid
ki bunlar ibn-i vakt oldu, gamı feryadı bilmezler.
şafak-gün kan içinde dağını seyretse âşıklar
güneşde zerre görmezler, felekde ayı bilmezler.
hamîde katlerine rişte-i eski takup bunlar
atarlar tîr-i maksûdı, nedendür yayı bilmezler.
hayalî, fakr şalına çekenler cism-i uryânı
anunla fahr ederler, atlas u dîbâyı bilmezler."


Suskunlar / İhsan Oktay Anar


''Bize sakın acıma!'' dedi Hicaz Kahini Mesut. ''Biz göklerdeki büyük bir hakikati görmüş adamlarız.İşte bu yüzden kör olduk. Kanundur bu: Nihai Hakikati bir kez görünce, kişi kör olur. Çünkü artık başka bir şeye bakmasına hacet kalmaz.''

Beethoven’den Ölümsüz Sevgilisine



Ezeli yârim,
 Yataktayken bile düşüncelerim üzerinize üşüşüyor. Kimileyin sevinçle, kimileyin hüzünle. Yazgı'nın dualarımızı işitmesini bekliyorum. Bu hayata göğüs gerebilmem için ya tümüyle sizinle birlikte olmalıyım ya da sizi hiç görmemeliyim. Evet, kollarınıza uçup göğsünüzde gerçek barınağımı bulduğumu söyleyene ve kollarınız arasında ruhumu kutsal ruhlar âleminde savrulmaya bırakana dek yaban ellerde bir avare olma azmindeyim.
 Heyhat, ne yazık ki bu böyle olmak zorunda. Dinginliğe ereceksiniz, size olan sadakatimden emin olduğunuzda bu dinginliğiniz daha da büyüyecek.
 Şunu iyice bilmelisiniz ki sizden gayri hiçbir kadın bu yüreğin sahibi olamaz. Asla asla!
 Ah Tanrım, insan böylesine değerli bir kadınla neden hicranı yaşamak zorunda! Şu anda Viyana'daki yaşamım sefilce. Aşkınız beni fanilerin hem en mutlusu hem de en mutsuzu kıldı.
 Bu yaşta, artık hayatımda bir düzene ve dengeye gereksinim duyuyorum. Yaşamakta olduğumuz ilişkide bu iki duygu bir arada olabilir mi?
 Meleğim, az önce postanın gideceğini duydum. Dolayısıyla bu mektubun eline hemen ulaşabilmesi için burada kesmem gerekiyor.
 Sakin olun. Beni sevin. Bugün... dün... ne göz yaşartıcı bir özlem size duyduğum... size... siz... hayatım her şeyim... size en içten dileklerimi sunuyorum.
 Ah n'olur beni sevmeye devam edin, bu aşığınızın sadık yüreğini kesinlikle yanlış değerlendirmeyin.
 Hep sizin
 Hep benim
 Hep ikimizin

 Ludvig van Beethoven

Cahit KOYTAK


Ben ki şairim,dediğim gibi,
Siz konuşurken, bakın, ben
Bir yandan denizi dinliyorum,
Ölümün üflediği boruları, sirenleri…


Şeyh Gâlib


Arz-i acz etmeyesin yâreden ol yâre sakın
Bulduğun gevher-i âlîleri bîçâre sakın

(Yaralarından dolayı sevgiliye sakın aczini arz etme. Ey bîçâre, elde ettiğin kıymetli mücevherleri iyi koru.)


Bahtiyar Vahapzade


Annem Öldü Mü?
Ne hız ellerini üzdün dünyadan
Balanı tek koyup nereye gittin?
Nasıl yok oluyormuş bir anda insan
Sanki bu dünyada hiç yok imişsin..

Güneş gurup etti... oda karardı...
Bir anda yok oldun sen hayal gibi.
Şimdi düşünürüm senden ne kaldı..
Gönlünde hatıran kara hal gibi...

Beni boya başa yetirdin anne
Bize borçlu bildik her zaman seni
Sen beni dünyaya getirdin anne
Bense yola saldım dünyadan seni...

Sen bana beşikte ninni çalmışsın
Bugün ninni çalsam sana ben de mi?
Senin şirin şirin ninnilerini
Sana gaytarayım cenazende mi?

'Uykun şirin olsun' diyerdin bana
'Uykun şirin olsun' deyim mi sana
Gerek ben basına dönüm dolanım,
Beni hayat için hep uyutanım,

Söyle ölümçün
Nasıl uyutayım seni ben bugün?

Bu nasıl dünyadır anlayamam ben,
Cilvesi cürbecür, rengi cürbecür
Dün öz nefesiyle seni işiden
Bugün buza dönüp, tasa dönüptür

Bu nasıl dünyadır...
İnsanoğlunun
Hayali göktedir kendi yerdedir...
Sağken omuzunda hayatın yükü
Ölende ceseti çiyinlerdedir...
Bu nice dünyadır bu nice dünya
Ölüm hakikat hayatı rüya
Derdimin gamımın ortagı sendin
Niye yüz çevirdin ya niye benden? ...
'Derdin bana gelsin' hani diyerdin
Niye dert ekledin derdime ya sen

Annem, kimse seni darıltmamıstır,
Ben seni
Ben seni darıltan kadar.
Şimdi kime açsam derdimi bir bir
Kim benim derdime yanar sen kadar?
Evin her yerinde görülür yerin
Gözüm ahtarcıdır anne ey anne
'Ninem' 'hani' diyor küçük azerin
Ne cevap verem ana ey ana
Bilmem bilmem bilmem bu ölüm nedir
Hayat var iken
Nefesin ey anam hala evdedir
Kendin yer altinda taşa dönmüşsün

Bugün yedin oldu...
Annem yedi gün,
Bizimle beraber ağlar odalar
Sana
Yalniz sana
Sana demek için
Gönlümde ne kadar bilsen sözüm var...

Annem ısmarlandın anne topraga
Bu ölüm sineme çekti dağ benim
Sen benim arkamda benzerdin dağa
Sanki de arkamdan uçtu dağ benim...

Ömrü başa vurdun altmış yaşında
Altmışın üstünde durup yaşında
Artık senin için durudgu zaman
Benim çün dolaşır
Gün olur akşam...
Vakit geçer sen benden uzaklaşirsin
Ben sana günbegün yakınlaşırım...



Jean Baudrillard


Herkes Batılı olduğunda, güneş nereden doğacak?..

Antoine de Saint Exupery - İnsanların Dünyası

“Yaşam böyledir, önce zenginleşmişizdir, yıllar yılı ağaç dikmişizdir. Sonra yıllar geçer, zaman bu çalışmayı bozar, ağaçları yıkar. Arkadaşlar birer birer gölgelerini geri alırlar bizden. Bundan böyle yaşlanmanın sinsi üzüntüsü karışır yaslarımıza.”

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Kırmızı Pazartesi / Gabriel Garcia Marquez


‘’Sorgu yargıcı,Santiago Nasar’ın aleyhine kanıt bulunmaması karşısında öyle şaşkına dönmüştü ki,özenle hazırladığı rapor hayal kırıklığı nedeniyle yer yer aksıyordu.416’ncı sayfanın kenarına eczacıdan aldığı kırmızı mürekkeple,kendi elyazısıyla şu notu düşmüştü:Bana bir önyargı verin,dünyayı yerinden oynatayım!’’



Tahir İle Zühre / Ateşe Yazgılı Pervaneler


             Ölüm Ne, Ayrılık Ne?

 Aşk kalbe giren misafirdi,canı ecele teslime eder gibi hicrana yükleyip,uğurladı.Ki aşık için ayrılığın yıkımı ölümün yıkımından daha az korkunç değildir.
 Ayrılık okuna galebe çalacak kalkan bulunmaz.O gelir ve yaralar.Bir umut varsa aşık için,o umut tecelli edene kadar yaranın ne kanı diner,ne sızısı.Ama ayrılık gelmişse ve bir umutta yoksa,ölümün kılavuzu say hicranı.Gelir ve görünmez kapılardan kabre taşır aşığın bedenini.O kabirde yaşanan da azap veren bir hasrettir.Hasret ki acımasız bir el gibi sarılır boğaza,nefesleri boğar,takati keser,canı yağmalar.Ne dönen dünya kalır,ne gelip geçen zaman.Tek hareket sinedeki hançerin hareketidir.Ve can artık sade bir inleyiş,sade gittikçe genişleyen bir yaradır aşıkta.
 Ayrılık ki,bütün tecellileri ölüme dair ıstıraplardır.
 Evet,başa gelen bela büyük,iki aşık öyle bir eleme,öyle bir çileye satıldılar ki,onlara sadece sinelerini yakıp kavuran bir acı ve boğuk hıçkırıklar kaldı.Artık ne bir teselli gelebilir sabahlarla,ne bir sığınak açılır gecede.Uyku bela,uykusuzluk bela.Çıkar yol yok,insafın adı yok.Aşıkların sinesi,ıssız yarık topraklar gibi ve üzerinde aşığın canını yağma eden gam atlıları tepinmekte.İki aşığın da kalbikaygıdan duracak gibi.
 Birinin gönül aynasında bir gül kırılmış,diğerinin aynasında bir bülbül kaybolmuş.Ve ne baharı zorla getirmek mümkün,ne bülbüle can bağışlamak.
 Sanki bütün cihan yasa gömülmüş.Geniş yeryüzü öyle daralmış ki,aşıkların nefesleri arza sığmaz olmuş.İki aşıkta da hasta bir gönül,bükülü boyun,kırk yaralı bir kalp ve elem.
 Pervaneleri dağıtılmış,kendi kendine hüzünle yanan bir mum gibi eriyerek şöyle sayıklıyorlar:’’Ey felek,ayrılık hançeriyle yaraladığın kalbi nasıl tarif edeyim?Dilim kuru,dudaklarım yanmakta.Sürgüne reva görülen cana nasıl sabredeyim?Rüzgar değilim ki gazelimi yüklenip gideyim.Gül değilim ki başka baharda açayım.Sen gel ey felek.Sırrının girdabından kendin bahset.Madem öldürüyorsun,saklama artık.öldüğümü göster.’’

Münire DANİŞ

Var Olmak / Nurettin TOPÇU



‘’Dua,kevserlerin en tatlısıdır.Gözyaşlarından ve ilahi rahmetten yapılmadır.Sevdalar onun başında söyleşir,garipler onun kenarında dinlenir,yanmış yürekler onu içtikçe ferahlanırlar.’’


Ali Emirî Efendi


Sine-i şevkimde bir hırz-i mübinimdir kitap
 Dide-i endişede nur-ı yakinimdir kitap

Kalbgâhım merci-i feyz-i necatım rehberim
 Destgirim mürşid-i hikmet karinimdir kitap

Yâdgârıdır birer şems-i zekanın her biri
 Nurdan bir âlem-i feyz âferinimdir kitap

Bir mutalsam kenz-i lâ yüfnasıdır endişemin
 Şebçerağım gevherim dürr-i seminimdir kitap

Gülsitanımdır gül-i neşküftedir manaları
 Bir meserretgâh-ı vicdan-ı hazinimdir kitap

Sünbülistandır hutut-u nevbenevdir sünbülü
 Bir teferrücgâh-ı tab’-ı şevkbinimdir kitap

Âşıkan ma’şuk-ı gunaguna rabt-ı kalb eder
 Ehl-i aşkım ben de ma’şuk-ı güzinimdir kitap

Dilber-i nevhatta bakmam var iken hatt-ı sutur
 Yâr-ı canımdır habib-i nazeninimdir kitap

Âlemin mazideki ahval-i gunagununu
 Keşf içün muciznüma bir dürbinimdir kitap


İnsan Ve Şeytan / Samiha AYVERDİ


‘’Ne olurdu,sevdiği ve aşkına esir olduğu için yükselen kimselerden olsaydım.Evet,ben,aşkları yüzünden ilham alan büyükler zümresinden değildim.Onlar,o adamlar,içlerindeki ateşi,bu kadınların elleriyle karıştırmak,şûlelendirmek,ışık saçan meş’aleler haline sokmak için sevdiler.’’


Yaşam Ve Yazgı / Vasili Grossman

‘’Savaşta oğlunu kaybeden anneye karşı bütün insanlar suçludur ve insanlık tarihi boyunca bu annenin önünde boş yere kendilerini aklamaya çalışırlar.’’

CENAP ŞAHABETTİN

Ben şair olaydım sana,ey yar-i dilaram
hemşire-i ruhun gibi sözler getirirdim...


11 Mayıs 2012 Cuma

Cahit ZARİFOĞLU

Çiledinmi
Dünya tutar inilemen


Arzuhal şiirinden...

Attila İLHAN

açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın...


La edrî


"Yüz sürer dâmânına bir gün Züleyha-yı ümîd
Sen heman ey Yûsuf-ı mısr-ı melahat ağır ol"

‘’Ey güzellik ülkesinin (Mısır'ın) sultanı Eğer sen ağırbaşlı olursan, elbette bir gün ümit Zeliha'sı senin eteğine yüz sürecektir..’’

Şehrazat / Sezai Karakoç



Sen kalbin atışında kanın akışında
Sen Şehrazat bir lamba bir hükümdar bakışında
Bir ölüm kuşunun feryadını duyarsın

Sen bir rüya geceleyin gündüzün
Sen bir yağmur ince, hazin
Sen şarkılarca büyük uzun
Sen yolunu kaybeden yolcuların üstüne
Bir ömür boyu yağan bir ömür boyu karsın

Sen merhamet sen şefkat sen tiril tiril kadın
Sen bir mahşer içinde en aziz yalnızlığı yaşadın
Sen başını çeviren cellat başının güne
Sen öyle ki sen diye diye seni anlayamayız..
Şehrazat ah Şehrazat..
Sen sevgili, sen can, sen yarsın...


Eugene Delacroix

"Aşkı anlatabilmek için yeryüzünde var olan dillerden başka bir dil ister"


Italo Calvino, “Görünmez Kentler”




“İki yolu var acı çekmenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.”


İnsanın Acısını İnsan Alır / Şükrü Erbaş


"Yalnızlık insan kılığında bir karabasandı burada. Bir ses aradı içindeki külü üfürüp ısıtacak. Alnını örtecek bir tutam saç. Üşümüş yerlerinde bir ılık nefes. Yaralarını onaracak bir çift söz sevgiyle boyalı. Onca acıdan sonra anladı ki, ölümde yıkım da umut da umutsuzluk da aşk varsa güzeldi, kolaydı, katlanılırdı."


Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar

"Mümtaz hayatının her meselesini onunla münakaşa etmekten hoşlanırdı. Bununla beraber aynı latif ürkeklik, genç kadının mayalarından biri olan o ölçü hissi buraya da giriyordu. Hiçbir meselede Nuran, Mümtaz'ın hayatını tasarrufa kalkmamıştı. Sevginin insan hürriyetine bir tecavüz olmamasını istiyordu. Mümtaz, ömrünü ve hayatını ona hediye ettikçe, o tıpkı eski ve cömert abbasi halifeleri gibi hepsini birden kabul ediyor, sonra yine ona iade ediyordu. 'Benimdir, fakat sende kalsın...' Halbuki bu latif istiğnanın sahibi hiç bahsetmeden sözünü bile açmadan bütün ömrünü, günleri gibi Mümtaz'a vermişti. Fakat Mümtaz, bu cömertliğin yanı başında, hiçbir kuvvetin, hatta aşkın bile zorlayamayacağı bir iç kalenin, bir istiklal fikrinin hiç olmazsa kendisine sadık kalma, kendi kendisini yalancı çıkartmama arzusunun bulunduğunu seziyordu."


Yusuf ATILGAN, Aylak Adam


Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi (bu sıkıntı garsonun yüzündendi). Öyle sanıyordum. Paltomu tutarken yüzünü görmüştüm: Gülmekten değil sırıtmaktan kırışmış, gözleri, ne derler, sırnaşık mı,çok yılışıktı. Para versem eli elime yapışacaktı. (Vermedim.) Çevreme ilgiyle baktım. Erkekler yeni tıraş olmuşlar, kadınlar yeni boyanmışlardı. Yüzleri tasasızdı. Caminin dirseğindeki bacakları kesik dilenci, soğuktan morarmış, çorapsız gazeteci çocuk bile öyleydiler. Sanki onu tanıyormuşum, görsem bilecekmişim gibi bakıyordum geçenlere. Bu gece bencildim. Kendi kendime kızdım. Oysa onu bu caddeye pek seyrederek gönderirdim:Binde bir, güzel bir filmi görsün diye. Önlerde biryere oturur,yanağı avcuna dayalı filmi seyreder, tam beni düşünmesini istediğim zaman beni düşündürdü. Film bitince eve yürüyerek dönerdi.


YOKSULLUK KİTABI - MUSTAFA KUTLU




"Yoksullar bizi bekliyor. İzbelerde, harabelerde, barakalarda, küflü-nemli karanlık odalarda bekliyorlar. Naylon çadırlarda, toprak damlı evlerde, kuş uçmaz-kervan geçmez yerlerde ve şehrin göbeğinde. Kanlı gözlerini ufka dikmiş, bir heykel gibi hareketsiz, sessiz, dalgın bekliyorlar. Bebeler açlıktan ağlıyor, anaların gözpınarlarından yaş yerine kan akıyor. Çocukların dargın bakışlarından çelik parıltılar fışkırıyor. Babalar yumruk sıkıyorlar ve askerdeki oğullar gökyüzünde bir turna katarı arıyor. Dedelerin ağzı kapalı. Nineler ses vermiyor. Gelinler yaslı. Ve çelimsiz genç kızları dengesiz beslenme, akrabaları borç, komşuları ağıt bekliyor. Köşebaşlarında, çamurlu ıssız sokaklarda, karın, yağmurun ve gökdelenlerin arasında, dağ başlarında, tarlalarda, kapısına kilit vurulan atelyelerin önünde bekleşiyorlar. İşsiz, umutsuz, aç, yorgun, hasta, küskün, sessiz ve kimsesiz. Siz ey sağlıklı ve varlıklı olanlar. Ey işleri tıkırında gidenler. Ey karnı tok, sırtı pek, yüzü gülenler. Ey seçim kazananlar ve koltuğa kurulanlar. Ey dolar uçuranlar ve muslukların başını tutanlar. Siz ey güç odakları, silah sahipleri, söz ustaları. Beş vakit namazını cemaatla kılanlar. Gece teheccüte kalkanlar. Zikir ile coşup nara atanlar. Defalarca hacca gidenler. Bir koyup beş kazanan tüccar, yağlı müşteriye yaltaklanan esnaf; aracılar, tefeciler, bankerler. Ey mangalda kül bırakmayan siyasiler. Bilim babaları, akademisyenler. Emirle demiri kesebilenler. Unutmayın. Önümüz kış ve yoksullar sizi bekliyor."


SITKI CANEY


artık yalnayak çırılçıplak çocukların ruhuyum
basarken yüreğimi bu ateşten kumlara
kusacak şehrin kuytusunda ihanet
kusacak acısını karanlık kuyum
koyarken alnımı uçurumlara

ve ben şiirler kurban ederken seni seviyorumlara
kedere batmışken öyküm
kanatmışken içimde yeni bir yara
çıkamam yağmurlara
çıkamam öyle yapayalnız
öyle boynubüküğüm bu ara

ne bayram ne tatil ne izin
uzak yollardan
karışmak için mi geldim kumlarına akdenizin
sığınmak için mi dalgalara
ne şiir çare artık ne üst üste sigara
ya gerçek değil benim gördüğüm
ya ben çok kötüyüm bu ara

şimdi
dünyaya en çok yakışan ölüm
ve bana yazgı olan aşk
nasıl barışabilir
öpüşür mü bir daha karanlıkla şafak
paylaşır mı yeniden şiiri günüm

ateşten bir dilim olmalıydı herşeyi söyleyecek
ya da konuşan bir gülüm olmalıydı sana verecek
ya da sen hiç susmamalıydın

işte karanlığımdasın
düşlerimde bağrımdasın
yazgımsın sen son sınavım son aşkım
bazen küçük kardeşim bazen ilk aşkım
sen bütün aşklarım çocuk yanıma annem
yüreğimdeki cennet kanımdaki cehennem

susma artık bakıp bakıp uzaklara
şimdi seninle gerçekten yaşamak vardı
ve şiiri tam burada bırakmak
ve çıkmak
yağmurlara
yağmurlara.