24 Temmuz 2013 Çarşamba
Cemil MERİÇ
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
Bütün Öyküleri / Ahmet Hamdi Tanpınar
"Toprak, üzerinde emeklediğimiz, gezdiğimiz, oturup kalktığımız, hayat dediğimiz gülünç ve mustarip oyunu oynadığımız ve sonra bir gün tekrar kucağına döndüğümüz katı anayı, bana bu zelzele geceleri öğretti. Bir an içimden tüyler ürpertici manzarasıyla bir düşünce geçti: Ölüleri kucağından fırlatan toprak. Ve o zaman insanlığın bütün hayatı bu korkuyla geçtiği halde niçin ölümü o kadar sık düşünmediğini biraz hisseder gibi oldum; bütün korkularımıza rağmen onu bir dönüş gibi kabul ediyoruz diye düşündüm."
-Erzurumlu Tahsin' isimli hikayeden-
-Erzurumlu Tahsin' isimli hikayeden-
Denemeler / Montaigne
Dünya durmayan bir salıncaktır: Orada her şey toprak, Kafkas'ın kayalıkları, Mısır'ın piramitleri, hem çevresiyle birlikte, hem de kendi kendine sallanır. Durmanın kendisi bile daha ağır bir sallantıdan başka bir şey değildir. Konumu (kendimi) hep aynı halde bulundurmak elimde değil. Doğal bir sarhoşlukla, salına serpile yürüyüp gidiyor. Onu belli bir noktada, canımın istediği bir andaki haliyle alıyorum. Duruşu değil, geçişi anlatıyorum: Fakat yaştan yaşa, yahut halkın dediği gibi "yedi yıldan yedi yıla" geçişi değil, günden güne, dakikadan dakikaya geçişi. Hikayemi saati saatine yazmam gerekiyor. Az sonra değişebilirim. Yalnız halim değil, amacım da değişebilir. Benim yaptığım, değişen ve birbirine benzemeyen olaylar, kararsız ve bazen çelişmeli düşünceleri yazıya dökmektir. Acaba benliğim mi değişiyor, yoksa aynı konuları ayrı koşullara ve ayrı bakımlara göre mi ele alıyorum? Her ne hal ise, kendi kendimden ayrıldığım oluyor.
Mavi Kuş / Mustafa Kutlu
Evler, bahçeler, ustalar, çıraklar, günler, geceler hep birbirine benzer. Sanki tornadan çıkmış gibidirler.
İşte yine yanıldınız.
Bu tıpkı fâilâtün ile yazılan şiirleri hep aynı sanmak gibidir. Oysa o şiirlerin içine eğilip bakmak lazımdır. O zaman görülür ki, Fuzûlî ile Bâkî; Hayâlî ile Zâtî farklı insanlardır ve farklı şiirler söylemişlerdir. Her şair gibi her usta, her ev, her mescit, her hoca, her ağaç, her duvar ayrı birer şahsiyettir. Taşranın ahengi bir yer altı nehri gibidir. Üstündekileri besler, büyütür ama gücünün sırrını açığa vurmaz. O sebeple zahire değil, batına bakmak lazımdır. Bu da elbette özel bir terbiye ister.
Ruh terbiyesi.
İşte yine yanıldınız.
Bu tıpkı fâilâtün ile yazılan şiirleri hep aynı sanmak gibidir. Oysa o şiirlerin içine eğilip bakmak lazımdır. O zaman görülür ki, Fuzûlî ile Bâkî; Hayâlî ile Zâtî farklı insanlardır ve farklı şiirler söylemişlerdir. Her şair gibi her usta, her ev, her mescit, her hoca, her ağaç, her duvar ayrı birer şahsiyettir. Taşranın ahengi bir yer altı nehri gibidir. Üstündekileri besler, büyütür ama gücünün sırrını açığa vurmaz. O sebeple zahire değil, batına bakmak lazımdır. Bu da elbette özel bir terbiye ister.
Ruh terbiyesi.
Mavi Lale / Nazan Bekiroğlu
Ahmet Turan Alkan
Cemil Meriç ismini daha önce kimler duydu?” sorusunu, havaya kalkıp kalkmamakta tereddüt eden bir kaç el cevaplandırdı.Aynı soruyu dört ayrı sınıf ta takriben iki yüz öğrenciye sordum; mütereddid parmakların oranı hiç değişmedi.
“Bu Ülke’yi okuyanların sayısı yaklaşık ellide bir civarındaydı. “Bu Ülke’nin yayılandığı yıllarda doğan nesil Cemil Meriç’ten habersizdi.
Onlara Cemil Meriç’i anlatmayı denedim, hayatından, eserlerinden bahset tim, yazdıklarından parçalar okudum; onların mıhum simalarında, 1974′ün henüz sıcaklığını yitirmemiş bir güz ayında “Bu Ülke”yi okurken tutulduğum elektriklenmeye benzer bir heyecan kıvılcı aradım: Evde yoktular!
“Sağ okumuyor. Boşuna bağırıyorum. Sol diyalogdan kaçıyor, küskün…” sitemi, 1974′e dair bir yakınma değil miydi; biz, onu kuru bir süngerin havadaki rutubeti bile celbeden bir susuzluk hissiyle okumamış mıydık? Enerjisini sokak kavgalarında selsebil eden bir neslin talihlileri o kitapıara tutunarak sokağı çatı katından seyredebilmeyi akıl etmemiş miydik? Aradan yirmi yıl geçtikten sonra Cemil Meriç’in söyledikleri denize düşen yağmur gibi feyiz meydana getirmeden kaybolup gitmeli miydi?
Yoksa bütün kusur, en elverişli dalga boyunu seçmekte kusur gösterdiğim için
bende mi aranmalıydı?Sonradan farkettim.
“EN UZUN YOLU IHTİYAR EDINIZ”
Andre Maurois, Rouen Lisesi’nde talebeyken felsefe derslerine giren meşhur Fransız mütefekkiri Alain (Emile Chartier), daha ilk dersinde tahtaya tebeşirle Eflatun’un şu cümlelerini yazmıştı:
1- En uzun yolu ihtiyar ediniz.
2- İnsan, hakikate bütün ruhu ile yürümelidir.
Cemil Meriç’i fethetmeye ve anlamaya çalışmak yirmi yıl öncesine nazaran bugün daha büyük bir emek ve gayret gösteriyor. Belagat itibariyle modern
Türkçe’nin Olympos’unda yalnızlıktan hafakanlar geçiriyor olsa da, üslı1bu, Batı edebiyatında ancak büyük nasirlerİn mazhar olabildiği “şair” imtiyazıyla halelense de Cemil Meriç, büyük kalabalıkların, yani ekseriyetin önünden habersiz akıp geçtiği bir iftifa’ı temsil etmektedir. “En uzun yolu seçmiş” ve “hakikate bütün ruhu ile yürümüş” bir fikir işçisinin türbesini ancak pek az sayıda ziyaretçinin tavaf etmesinden daha tabii ne olabilir ki?
Sonra kapım açıldı; bir talebe içeri gir di ve Cemil Meriç’i okuyup anlamak için hangi lügati satın alması gerektiğini sordu.
Cemil Meriç yaşıyordu!
DÜŞÜNME EDEBİNİ İNŞÂ EDEN ADAM
“Bulan” değil, “arayan”ın sergüzeşti daha kıymetli görünüyor bana; “Düşünce şüpheyle başlar”, “…ilan edilecek hazır bir formülüm yok”, “Düşünce dünyasında hiçbir fetih nihai değildir” diyebilen bir adamı seviyorum ben. “Münakşada zafer mağlup olanındır, yenilmek zenginleşmektir” sözleriyle tartışma ve düşünme edebini inşa cehdine girişmiş bir adam. Yıllar boyunca aynızihni koordinatta sabitkadem olmakla iftihar etmeyi aklından bile geçirmeden sadece doğru düşünmeye gayret eden kaç komşumuz var; fikir çelişkilerini neredeyse namussuzluk sayan bir iklim, kaç yılda, kaç Cemil Meriç’le karşılaştırır bizi ve onlardan kaçını görür görmez tanıyabilecek gözlere sahibiz?
Düşünce adamının bir zümreye, mere, paniye değil de “tarihe ve kucağında yaşadığı topluma angaje” olması gerektiği fikrini ne kadar güç ve ne kadar geç keşfettik. Cehaletimizi, seviyemizi ve enaniyetimizi ibra ederken bizimle aynı irtifa’da duran adamların cana yakınlığı ne kadar hoşumuza gidiyordu; başkalarının fikri ne kadar cazip ve kelepir, bizzat ve hakkıyle düşünmek ne kadar ızdırap verici ve müşkildi.
Cemil Meriç’in kitapları ne şimdi, ne de bir başka zaman üç ayda altmış baskı yapmayacak; bu hakikat bana üzüntü vermiyor; zirveler piknik yeri değildir.
MÜKESSER, MÜKEDDER VE MECRUH BIR YÜREK
Cemil Meriç’in söylediklerine itiraz edebilir, hükümlerini tutarsız ve geçersiz bulabilir, hatta yer yer şiir ahenginin fevkine çıkmış cümlelerini bile “cerh ve tadil” edebilirsiniz; mümkündür; “ihtimaldir padişahım belki derya tu tuşa!”, lakin onu benzerleri içinde tek kılan bir cihetine saygı göstermelisiniz: Kolaya tevessül etmemiş, popülere değer atfetmemiş ve ucuz mal ahz-ü ita eylememiştir; o, şuunatı zihniyle karşılayan adamdır, kullandığı her kelimenin bedelini terle, tuttuğu her kavramın ecrini göz nftruyla ödemiştir. Bir mana mücahididir o; Osmanlı ecdadının gazavatını kelimelerin sihirli ve kaypak zemininde tek başına sürdürmeye azmetmiş bir serdengeçti: Bir mefhum gazisi ve tabir caizse bir mana şehidi.
Cemil Meriç’i ölümünden sonra, ardında bıraktığı eserlerle değerlendirebilirsiniz; eksik kalır, “Jurnal”lerine bakıp bir takım şahsi zaaflarla itham edebilirsiniz; haksızlık olur, “Bugün bütün na ss’ ların peçesini sıyırmış (…) bir insanım” cümlesini siyak u sibakından kopararak ucuz tefsirlerde bulunabilirsiniz; yanlıştır. Onun hayranlık uyandıran yanı hakikate verdiği kıymet ve hakikati ele geçirmek için gösterdiği olağanüstü gayrettir. Cemil Meriç’i keşke yazdıklarıyla değil, yıntıklarıyla, konuştuklarıyla değil, okuduğu ve dinlediği zamanlarda, kütüphanesiyle değil bütün gönül ufkuyla değerlendirebilmek keşke mümkün olsaydı. Doğrusu bu manada Cemil Meriç hiç de örnek gösterilecek bir insan değildir. Hangi çocuğa, “onun gibi ve onun kadar oku, çektiği ızdıraplara katlan ve onun gibi ol” diyebilirsiniz; yaşadığı zamanda bile hakkıyla bilinmemiş, okunmamış ve “millette ümmid ettiği feyzi görmeden” göçüp gidivermiş mükesser, mükedder ve mecruh bir yüreğin serencamına kim müşteri olur ki?
Cemil Meriç 1987 yılının 13 Haziran’ ında irtihal-i dar-ı bekaa eyledi. Umulur ki Cenab-ı Hak ondan rahmet ve mağfiretini esirgememiştir. Ne var ki Cemil Meriç öldükten sonra biz, biraz daha kötü. yazan ve eskiye nisbetle daha az okuyan bir millet olduk. Okumuyoruz” . çünkü yazılanların yarıdan çoğu kelime leşi; kötü yazıyoruz çünkü “vuzuh”la ülfetirniz kalmadı. Nasıl kalabilirdi ki, 0nu, yani vuzuhu katletmek için, ifade berraklığını bulandırmak, “selaset” ve “fasahat”ı hak ile yeksan iç ün biz “Gestapo”ları lal ü ebkem bırakan bir celadetle lisani faşizmlere tenezzül edip “yabancı” kelimeleri toplama kamplarında sabun yapmamış mıydık? Neticede avucumuzda kalan bir alay zemheri zürefasıkelime ile “aga gugu” vezninden kuş dili terennüm eder hallere düştük. Cemil Meriç bu zillete isyan eden “bir grup ankaa”nın en parlak siması idi; kelimelere şimşek çaktıran yalınkılıç bir eda, Türk lisanını bütün mazisiyle kucaklayan ve ancak taklid edilebilen mutantan bir üslftp, zenginliği helal kazancına medyun variyet sahiplerinin iftiharıyla sergi lemekten çekinmeyen bir vuzuh mimarı ve Türk nesrinin şairi; kelimelerin efendisi, öksüz bıraktığı kelimelerin.
“CEMIL MERİÇ DERSI”
Bu yazıyı okuyan her gönül erbabından Cemil Meriç için bir fatiha istiyorum; ona şahsi borcumuzun cüz’i bir kısmını ancak böyle ödeyebiliriz. Millet olarak 0na borcumuzu ödeyebilmenin en manidar usulü, bütün Tük lise ve üniversitelerinde en az bir yıl boyunca okutulacak bir “Cemil Meriç Dersi” konulmasıdır.Münevver kadri bilen bir devlet, borcunu böyle öder.
Mecmua: Aksiyon Dergisi
Tarih: 10 Haziran 1995
20 Temmuz 2013 Cumartesi
Cemil MERİÇ
Tutunamayanlar / Oğuz Atay
İsmet Özel
"Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?
-Yaşama!
-Ya bileydim?
Yazar: Mıydım
Hiç: Şiir."
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?
-Yaşama!
-Ya bileydim?
Yazar: Mıydım
Hiç: Şiir."
Halil Cibran
"tanrım konuş benimle"
ve bir kuş cıvıldadı ağaçta.
ama adam duymadı.
sonra adam bağırdı:
''tanrım konuş benimle''.
ve gökyüzünde bir şimşek çaktı.
ama adam dinlemedi onu.
adam etrafına bakındı ve,
''tanrım seni görmeme izin ver'' dedi.
ve bir yıldız parladi gökyüzünde.
ama adam farkına varmadı.
ve yüksek sesle haykırdı:
''tanrım bana bir mucize göster''.
ve bir bebek doğdu bir yerlerde.
ama adam bunu bilemedi.
sonra çaresizlik içinde sızlandı:
''dokun bana tanrım ve burada olduğunu anlamamı sağla, ne olur!''
bir kelebek kondu adamın omzuna.
ve adam kelebeği, elinin tersiyle uzaklaştırdı...
ve bir kuş cıvıldadı ağaçta.
ama adam duymadı.
sonra adam bağırdı:
''tanrım konuş benimle''.
ve gökyüzünde bir şimşek çaktı.
ama adam dinlemedi onu.
adam etrafına bakındı ve,
''tanrım seni görmeme izin ver'' dedi.
ve bir yıldız parladi gökyüzünde.
ama adam farkına varmadı.
ve yüksek sesle haykırdı:
''tanrım bana bir mucize göster''.
ve bir bebek doğdu bir yerlerde.
ama adam bunu bilemedi.
sonra çaresizlik içinde sızlandı:
''dokun bana tanrım ve burada olduğunu anlamamı sağla, ne olur!''
bir kelebek kondu adamın omzuna.
ve adam kelebeği, elinin tersiyle uzaklaştırdı...
Cahit Zarifoğlu
Alna dudağa ve kalbe ayrılan
Sen aşkım sabah doğrulunca bağırdığım
Geceleri sancınla kıvrandığım.."
Franz Kafka
11 Temmuz 2013 Perşembe
Peyami Safa
Cahit Sıtkı Tarancı
"..Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!.."
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!.."
Turgut Uyar
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım.."
4 Temmuz 2013 Perşembe
2 Temmuz 2013 Salı
Aşknâme/ İskender Pala
Bir genç, mahallesinden bir kızı sevmişti. Sonra yolları ayrıldı ve genç gurbete gitmek zorunda kaldı. Aradan uzun yıllar geçti, içindeki aşktan zerre miktar eksilme olmadı. Geri dönebildiğinde sevgilisi ona sitem etmiş ve şöyle demişti.
- A gönlüme hükmeden!.. Bunca yıl geçti, yolunu gözledim. Ne bir haber, ne bir mektup?!
Meğer ne kadar vefasızmışsın?!...
Hakiki aşık başını yere eğdi, gözlerinden yaşlar boşandığı sırada cevap verdi:
- Ey Sevgili! Yüzünü görmek benim için uğruna ölünecek bir hasret iken,
o şerefi postacıya mı bağışlasaydım?!...
- A gönlüme hükmeden!.. Bunca yıl geçti, yolunu gözledim. Ne bir haber, ne bir mektup?!
Meğer ne kadar vefasızmışsın?!...
Hakiki aşık başını yere eğdi, gözlerinden yaşlar boşandığı sırada cevap verdi:
- Ey Sevgili! Yüzünü görmek benim için uğruna ölünecek bir hasret iken,
o şerefi postacıya mı bağışlasaydım?!...
Turgut Uyar
Bir kez yolda karşılaşalım, onunla da avunacağım.
Adımı sesinde duymaktan vazgeçtim, sesini duysam susacağım.
Adımı sesinde duymaktan vazgeçtim, sesini duysam susacağım.
Jurnal 1. Cilt | Cemil Meriç
Bulutlara benzer duygular: turuncu, erguvan, beyaz. Bir rüzgar sürükler hepsini. Bulutlara güven olmaz. Çiçeklere benzer duygular: gönüllerde yıldız yıldız açılır, meyve olur, ağaç olur; nesiller dinlenir gölgesinde: muzaffer alınlarda taç olur. Çiçeklere benzer duygular; kuytu bir bahçede açan çiçeklere. Gözyaşında kanatlanır yaprakları, kalbinin kanıyla şafaklaşır. Ağlayınca açar o çiçekler, gülünce solar. Kuşlara benzer duygular. Nereden gelirler bilinmez. Kah çığlık çığlıktırlar, kah sesleri işitilmez. Bağrında güneşler tutuşmuyorsa selamlayıp geçerler seni. Kuşlar soğuk iklimi sevmez.
Tehlikeli Oyunlar / Oğuz Atay
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)