‘’-Biliyor musun Andrey, benim içimde ne yakıcı, ne de
kurtarıcı hiçbir ateş yanmadı. Hayatımda hiçbir zaman başkalarınınki gibi
gittikçe renklenen, parlak bir güne çevrilen bir sabah olmadı; bir sabah ki
yakıcı öğlesi geçtikten sonra yavaş yavaş solsun ve kendiliğinden akşama
karışsın. Hayır, benim hayatım sönmüş başladı. Tuhaf, fakat böyle. Kendimi
bilir bilmez sönmeye başladığımı hissettim. Sönüşüm dairede, evrak başında
oturduğum zaman başladı; sonra kitapları okuyup da onlarda hayatta kullanmayacağım
gerçekler buldukça, dostlar arasında dedikodular, alaylar, soğuk, kötü, boş
gevezelikler dinledikçe, gayesiz, sevgisiz, toplantılara katıldıkça daha da
kötü oldum. Mina ile de hayatımı, kuvvetlerimi harcadım: onu sevdiğimi sanarak
gelirimin yarısından fazlasını israf ettim. Nevski bulvarında kürklü mantolar
arasında bir aşağı bir yukarı dolaştığım zamanlar; evlenecek iyi bir kısmet
olduğum için akşam toplantılarına çağrıldığım zamanlar; şehirden sayfiyeye,
sayfiyeden Gorohova sokağına taşındığım zamanlar, hayatımı, kafamı boşu boşuna
harcıyordum. İlkbahar benim için ıstakoz ve istiridye mevsimiydi; sonbahar ve
kış kabul günleriyle doluydu; yaz gezintilerle geçerdi... Bütün hayat, tembel
ve rahat bir uyku idi. Gururumu da nelerde kullandım? Ünlü bir terziye elbise
ısmarlamakta; tanımış aileler içine kabul edilmekte; Prens P.'nin elini
sıkmakta... Gurur hayatın tuzudur derler; gururum nereye gitti? Ya ben
yaşadığım hayatı anlayamadım, ya da bu hayatın hiçbir değeri yoktu. Daha
iyisini de bulamadım, göremedim, kimse göstermedi. Sen bir gelip, bir
kayboluyordun, kuyruklu yıldız gibi; bense her şeyi unutuyordu, ağır ağır,
sönüyordum.’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder