20 Ağustos 2013 Salı

Necip Fazıl Kısakürek

Yeryüzünde ihtilâl, insanoğluyla beraber başlar.
Yirmibirinci Asra doğru dünyaya sığmayacak kadar ürediği görülen insanoğluna, en başta, doğrudan doğruya ilk insan, babasız ve anasız Âdem Peygamber, ilk tevhid ve hakikat vahidini temsil edici nirengi noktasıdır. İnsanoğlunun, üreyişinde kendisinden hiza ve istikamet alacağı ilk müspet ve hak kutup…
Adem Peygamberde ilk insan ve resul birleşiyor. İnsan, Allah’ın habercisi ve Allah ile kaim hakikatin arayıcısı olarak dünyaya ayak basıyor. Ondan sonra da bu hizayı ve istikameti bozacak soyu ve koluyla insanoğlu başlıyor.

Böyle!… Âdem Peygamberden sonra, bu ilk müspet ve Hak kutba karşı insanoğlunun menfî ve fesatçı tarafı harekete geçecek, müspetle menfî arası bir nevi elektrik cereyanı doğacak ve iki taraf arası boğuşma, mânalar âleminde şimşekler çizerek ve yıldırımlar düşürerek, madde plânını da gümbürdeterek ve hoplatarak, ihtilâl denilen keyfiyeti zuhura getirecektir.
İnsanoğlunun müspet ve hak mukabili menfî ve fesatçı tarafı… Bu ikiliği, ruha karşı nefs diye ele alabiliriz. İhtilâl denilen keyfiyeti de, tek insandan en kalabalık topluma kadar bu iki kutup arası birbirine çullanma, birinden öbürüne karşı ayaklanma diye tarif edebiliriz. Esas budur; gerisi de sayısız bahane…

Kur’ân bize öğretiyor ki, Allah, yeryüzüne hükmedici, eşya ve hadiseleri tasarrufla vazifeli bir varlık yaratacağını meleklere bildirince, onlar, dünyada fesat çıkaracak ve kan dökecek bir mahlûka mı vücut verileceğini sordular; oysa meleklerin kendisini tevhid ve tenzihten başka bir şey yapmadıklarını söylediler ve Allahtan “ben sizin bilmediğinizi bilenim!” cevabını aldılar.
Böylece insan, biri ulvîlerin ulvîsine, öbürü de süflilerin süflisine namzet ve kalbin hakikatinde birleşik ve toplu iki zıt taraf halinde yaratıldı; ve Kur’an hükmünce bu eşsiz kıvam içinde vücut bulduktan sonra kutuplardan birinden birini gerçekleştirmek üzere “sefillerin en sefili” olan âleme indirildi ve ihtilâl zemini açılmış oldu.

Bir bünyenin, kendi içinde, kendi öz nizamını sarsıcı ve yeni bir nizama yol arayıcı her hareket, ihtilâldir ve bu davranış, içi beşeriyet kadar kalabalık tek fertten, üç beş kişilik aileye, sekiz on ailelik kabîleye ve koskoca cemiyete, hâsılı topluluk belirten her varlığa kadar, esasta ve mücerrette birdir.
Şu var ki, üstün mânasiyle inkılâp vasıtası ihtilâl, vasıtalık ettiği gayeye göre kıymetlenir. Gaye, ulvîlerin ulvîsi Allah yolu olunca da, yığınların bazen hiç ve bazen hep, bazen bâtıl ve bazen hak yüzünden birbirine girmesinden ibaret vasıtayı müstakil değer kabul etmez. Vasıtayı hangi şekilde bulursa onda kullanır ve inkılâp ismini alır.
Bu mânada resuller ve nebîler, âdi anlamiyle ihtilâlci olmaktan münezzeh, en üstün ve erişilmez çapta inkılâpçıdırlar. Alelade inkılâpçılara kıyasla onlara “mutlak inkılâpçılar” demek gerekir.
İşte bu ölçüler çerçevesinde ihtilâli, mutlak inkılâp cephesiyle resuller ve nebilerden başlatırken, yeryüzünde ve insanoğlunun hayatında ilk fesat ifadesi olarak, Adem Peygamberin iki oğlu Hâbil ve Kaabil’e iliştiriyoruz.
Ötesi, insanoğlunun hak gördüğü ve bildiği yollardaki ayaklanışlarından, tarihin şahitliği altında romanımsı hikâyelerdir ki, bu cazibeli hikâyelerden gerçek gaye, mâna, ilim ve usûl bakımlarından alınabilecek dersler, hak ve hakikat bağlılarına en faydalı iş ve hareket kültürünü aşılayabilir. Onları da kendi oluş plânlarında büyük, orta ve küçük olarak sınıflandırıyor, ayrıca “kırıntı ihtilâl” teşhisi altında ve birkaç satır içinde miskin ve mânâsız hareketleri de gözden kaçırmamayı lüzumlu buluyoruz.

Ezelden ebede doğru kabarıcı sahilsiz insanlık denizinin, kâh hak, kâh küfür, korkunç çalkantılarını resmeden ihtilâl, Allah’ın insana biçtiği memuriyeti bilenlerce ne kadar manalıdır!
İnsan, nefsinde ve cemiyetinde, kendi ölçüsüne göre aradığı cennetin engellerine karşı daima ihtilâl halindedir.

Ortalık mahşer gibi…
Kim buranın sahibi,
Kimlerin düğünü var?
Güneş batan bir bayrak;
Şu kıpkızıl ufka bak,
Ana baba günü var!

İnanmak ve Sevmek / Nurettin Topçu

"İtikad haline gelmeyen afâkî bilgi, bize bir yabancıdır ve sürekli hayata sahip değildir. Benim tarafımdan yaşanmamış, kelimenin tam mânasiyle benim olmamıştır. Bu sebepten bana şahsî tatmin vermekten uzaktır. Sadece taklit yoluyla, elden ele dolaşan müşterek bir nesne gibi bir zaman için dimağda misafir olmaktadır. Gerçekten benim şahsî malım olmadığımdan benden koparıp alınır. Bugün benim, yarın başkasının mülkü olur."

Yalnızız/ Peyami Safa

"Ey İnsan! Bu kitabı sana ithaf ediyorum. Başının üstünden büyük bir rüzgâr geçiyor. Yalancı bir fecirle başlayan asır kararıyor ve sana tek ümit ışığı olarak en kudretli kaynağı uranium’da değil, senin ruhunda sıkışmış maddeden koparak çıkardığın korkunç tahrip aletinin patlayışından yükselecek alevi bekletiyor. Ey bahtsız! Tarihinin hiç bir devrinde kendine bu kadar yabancı, bu kadar hayran ve düşman olmadın. Labaratuarında aradığın, incelediğin, oyduğun, dibine indiğin, sırrını deştiğin her şey arasında yalnız ruhun yok. Onu beyin hücrelerinin bir üfürüğü sanmakla başlayan müthiş gafletin, otuz yıl içinde gördüğün iki muazzam dünya harbinin kan ve gözyaşı çağlayanlarında en büyük dersi arayan gözlerine bir körlük perdesi indirdi. Bırak şu maddeyi, boğ şu ölçü dehanı, doy şu fizik ve matematik tecessüsüne, kov şu kemiyet fikrini,dal kendi içine, koş kendi kendinin peşinden, bul onu, bul kendini, bul ruhunu, bul, sev, bil, an, gör, kendi içinde gör Allah’ ını. Kendine dön, kendine bak, kendine gel. Aptalca bir konfor aşkından doğduğu halde her biri daha korkunç bir dünya harbi hazırlayan teknik mucizelerinin yanında, senin iç zıtlıklarını elemeye yarayacak ve seni kendi kendinle boğuşmaktan kurtaracak ruh mucizelerini ara. İnan manevilere ve mukaddeslere, inan! Onlar hakkında bu kadar küçük düşünmekten utan! Her sezilen derinliğin ifşa ettiklerini düşünmekten bile seni alıkoyan tabiatçı metotlarını fırlat ve bitlenmiş elbiseler gibi at. Ortaçağ papazında haklı olarak ayıpladığın dar kafalılığın anlayış sınırlarını daha fazla darlaştıran beş duyu idrakinin kapalı dünyası içinde kalma:

arşı geç, ferşi atla, sidreyi
gör ne var maverada ibrethiz..."

Erdem Bayazıt

Ölüm bir melek elinde gelir…
Ve öper usulca çocuk yüzleri.

Katre-i Matem / İskender Pala

Güneşe bakınca ağlayan biri

Gönüller avcısı güzel bir dilber yaşardı. Gül bahçesi onun yüzünü görse hasedinden kan tere batardı. Bahar günlerinde bir gezintiye çıktı. Kırlarda bir gölgeliğin altına oturdu. Işığı her yanı aydınlatıyordu. Güneş bulutla örtülebilir mi; o da öyleydi?
Oradan bir süvari geçti. Güneşi bulutsuz gördü. Işığına tutuldu, ağladı, yandı yakıldı. Kimsenin öğüdüne aldırmıyor, kavuşmaya da çare bulamıyordu. Günün birinde talih ona yardım etti. Yine bir kırda karşılaştılar. Lakin bu sefer şiddetli bir yağmur başladı. Tesadüf bu ya, ikisi aynı çadırın altına sığındılar. Sonra iki susamış kilim altına girdi. O sırada herkes “ Ya Rab! Dindir yağmur!” diyordu. Bunlar ise “ Allah’ım! Rahmetini devamlı kıl!” demekteydiler. Aşkın duası ise hepsinden öteydi: “Artır Allah’ım, rahmetini arttır, şimdi gemimi yüzdürme zamanı. Bu yağmur mahşere kadar yağsa, kıyamet neşeyle kopar Allah’ım, o saadeti bana nasip et!..”

Oğuz Atay

Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire; 'Buraya kadar' dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencerede görünen hiçbir ağacı, hiç bir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin..."

Marcel Proust

"Çünkü her seferinde anlıyorum ki; giden döndüğü vakit geride bıraktıklarını yerinde bulamayacak." 

18 Ağustos 2013 Pazar

Jean Paul Sartre

"Pierre haykırdı:
-Bu kalabalık ne?
-Bu kalabalık her zaman var. Ancak, kaydınız yapılmış olduğu için ölüleri görebiliyorsunuz.
-Onlar dirilerden nasıl fark ediliyor?
-Çok basit: Diriler daima telaşlıdır."

NURETTİN TOPÇU


Bilgi kalbe diken olduktan sonra, dikenden sakınan gül olmak daha iyi idi. Vay güllerle, ağaçlarla, kurtlarla, kuşlarla konuşamayanların haline! Rüzgarların, derelerin ve dağların dilinden anlamayan, cehennemi uzak bir akıbette aramasın sakın. Kalbin emirleri bir zorbadan, bir zenginden, bir hasetten alınır mı sanırsın? Onun emirleri nazenin bir ağaçlan, hıçkıran bir kuştan, ağlayan bir dereden alınır." 

İlhan Berk

"..Size ‘gökyüzünün yarısı’ diye seslenirdim ve susmak bilmezdim."

Ahmet Hamdi Tanpınar / Bir Kültür Bir İnsan Turan Alptekin

‘’-Encümen-i Daniş- devam etseydi,roman tercümesi gelişecekti ve roman terbiyesi köklü olarak yapılacaktı.Halit Ziya’ya kadar,romancı kafasıyle doğmuş tek kimse yoktur.’’


s.164

Desem Öldürürler Demesem Öldüm / İsmet Özel

‘’Türkiye’de kıyasıya bir savaş var.Bu kıyasıya savaşın her toplum katında muharebeleri gayr-i müslim olduklarını gizleyen,gizlemiş olanlarla Müslüman görünmek veya Müslümanlara yaranmak zorunda kalmış olanlar arasında cereyan ediyor.’’

Sezai Karakoç

Donuk Aşk 

Yine akşam oldu, 
Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine, 
Uzaklık aynı gerçi, 
Heryerdeyken olan uzaklığın pek değişmedi,
Yine akşam oldu orda olduğu gibi,
Görebiliyorum seni burdan da,
Aynısıydı ordayken de,
Uzaklıktan korkmuyorum belki de,
Orada da aynıydı uzaklık gerçi
Donuklaşmış oldu artık bu,
Bir o kadar da hüzünlü romanlar gibi,
Galiba ben baştan kaybetmişim,
Belki de ben baştan kazanmışım, insanlık kaybetmiş...

Cahit Zarifoğlu


ANILAR DEFTERİNDE GÜL YAPRAĞI

Anılar Defterinde Gül Yaprağı
Gibi Unutuldum Kurudum
Başıma Düştü Sevda Ağı
Bir Başıma Tenhalarda Kahroldum.
Sen Kimbilir Rüzgarlı Eteklerinle Kimbilir
Hangi İklimdesin
Ben Sensiz Bu Sessizlikle
Deliler Gibiyim
Sensiz Bu Sessizlikle.

Ayrılıkla Başım Belada
Gözlerini Çevir Gözlerime

Yoksa Ben
Sensiz Bu Sessizlikle
Deli Gibiyim
Sensiz Bu Sensizlikle.

13 Ağustos 2013 Salı

Şükrü Erbaş


"..Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil 
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki?.."


Milan Kundera

En anlamlı bakış, bir çift ıslak gözde saklıdır. Çok şey anlatır; Çünkü dil bağlanır, yürek konuşur.

Yahya Kemal Beyatlı

"Her sabah başka bahar olsa da ben uslandım, 
Uğramam bahçelerin semtine, gülden yandım." 

Unutuş Ve Hatırlayış/ Sezai KARAKOÇ

İnsanlara gurur gelmesin,acizliklerini unutmasınlar diye Allah,ölümü yarattı.Bunu hiç unutmayarak,saatleri ve dakikaları,zamanı tam anlamıyla değerlendirmek:İşte bu dünyada bize düşen budur.Bundan ötesi bize ait değil.

Cahit Zarifoğlu

"Kuşlar hazır
Öncü havalanmak üzre
Şehri gelen bir mevsime bırakıyorlar
O vapur hala hınca hınç
Kimbilir herbiri hangi dünyaya sağır"

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Aşık Sümmani

Ervah-ı ezelde levh-i kalemde
Bu benim bahtımı kara yazdılar
Bilirim güldürmez devri alemde
Bir günümü yüz bin zara yazdılar

Bulmadık şadlığın iradesini
Çekerim bu gamın ziyadesini
Herkes dosta verdi ifadesini
Bizimkini rüzigara yazdılar

Aşk benimle eyler daim kıl ü kal
Daha sabretmeye kalmadı mecal
Derdim taksimdara kıldım arzuhal
Dedi ki öz bahtın kara yazdılar

Gönül gülşenimde har oldu deyi
Hasretlik cismimde var oldu deyi
Sevdiğim sevdiğin pir oldu deyi
Erbabı garezler yare yazdılar

Dünyayı sevenler veli değildir
Canı terkedenler deli değildir
İnsanoğlu gamdan hali değildir
Her birini bir efkara yazdılar

Nedir bu sevdanın nihayetinde
Yadlar gezer yarin vilayetinde
Herkes diyarında muhabbetinde
Bilmem bizi ne civara yazdılar

Kadrimi bilmeze eyledim minnet
Derdimi artıran görmesin cennet
Sarraflar verdiler yari bin kıymet
Benim kıymetimi nere yazdılar

Döner mi kavlinden sıktı sadıklar
Dost ile dost olur bağrı yanıklar
Aşk kaydına geçti bunca aşıklar
Sümmani’yi derkenara yazdılar

Edip Cansever

"..Yok artık pek konuşmuyoruz
Benim sözlerim eskidi
Onunki de eskidi
Zaten kelimeler sonludur
Öyle değil mi.."

Cahit Zarifoğlu

"Hiç olurken duyduğum yüksek acı beni iyileştiriyor.."

Peyami SAFA

‘’Bencil ahlak yerine,topluluğun selameti aşkına kendine kıyma iradesi veren millî ahlâk;fertçi iktisat yerine,aşırı sosyalizmin istediği kadar ileri gitmeksizin,mülkiyeti ortadan kaldırmadan,onu millî menfaatin emrine veren memleketçi iktisat;altın yerine emek;tefeci yerine hayratçı;aşifte yerine ana;zampara,ayyaş,kumarbazyerine kahraman…
Kemâle ve Allah’a çıkan yol budur,amenna!..

23 Aralık 1941
Tasvir-i Efkâr
20.Asır Avrupa Ve Biz

Güvercin Gerdanlığı: Sevgiye ve Sevenlere Dair İbn Hazm

''Aşkta meydana gelen şaşılacak durumlardan birisi de sevenin sevgilisine boyun eğmesidir. 
Aşık, kendi şahsiyetini karakterini sevdiğinin karakterine zorla bağlar.
Nice hırçın, söz anlamaz,, dik kafalı, inatçı, gururlu, huysuz kimseler aşk rüzgarlarını içlerine çeker çekmez aşk denizine daldılar, içinde dolaştılar.
Bükülmez huyları yumuşadı, zorlukları kolaylaştı; keskin bıçakları köreldi; kibirleri alçakgönüllülüğe dönüştü...''

Cemil Meriç

“Öyle bir ifade yaratmak istiyorum ki, Türk insanının uyuşan şuuruna bir alev mızrak gibi saplansın.” 

Evet İsyan / İsmet Özel

Alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara
vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın
vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa
Zülküf de vursun.
Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.

2 Ağustos 2013 Cuma

Murathan Mungan

ne kadar bakışsak da
gözlerimiz erişemez birbirine

zaman böyle zaman
gece böyle gece

kuzey denizlerinin soğuğunda
sis içinde
bir efsane
ya da hilesiz kervanlarla
birbirine bağlanan
çöl sadeliğinde

ikimiz de safkan biliyoruz
hiçbir şey olamaz aramızda
bakışmaktan başka
yirmi yıl kaç mil eder
uzaklığımıza..

Bedri Rahmi Eyüboğlu

Yarab! İnsan oğullarından çektiğim yeter
Gök yüzünden benim hisseme düşeni ver
Altına dilediğim gibi ömrümü sereyim
Mendil kadar olsun tarlamı ayır
Beni doyuracak ağacı göster.

Rabbim! İnsan oğullarından çektiğim yeter
Yalnız senin ellerin gezinsin ömrümde
Beni yalnız sen mahkum eyle sen azat
Ve yalnız sen canımı iste benden ki
Nereye saklayacağımı şaşırmadan vereyim.

Turgut Uyar

"..bir metropolün akşam göğü gibi
ölçeği sevgi olan bir harita
bir yapıda kendiliğinden bir tuğla
sular sıçratıyordum etrafa
üstümü başımı ıslatıyordum
gemilere biniyordum durup dururken
ama gemiler kalkmıyor
üstüm başım ıslanmıyor o başka

insanın kendini bir kentte sanması
denizaltında bir ülkedir
katlanır bükülür kıvrılır durur
aşkın başı hoş değil zamanla
çünkü ellerim ayaklarım suda
ellerim ayaklarım suda
su ellerimde ayaklarımda

oh dünya dünya dünya
biliyor musun

ağustos çok yakışıyor sana.."

Haydar Ergülen

Beni üzme
Kendini de benimle üzme
Sözümüzü üşütme
Fazla açılma benden
Çok açılma bana da
Kendine de fazla açılıp da
İçine düşme
Geçmişe gül gönder
Unutma
Anılar da su ister
Anılara iyi bak
Bana bak
Beni tut
Bana tutun
Beni orda burda
Beni şunda bunda
Unutma
Bak..

Jurnal 1/Cemil MERİÇ

Gözyaşlarından inci yapmak…şairin kaderi bu.Bu incilerin bir sevgili kahkülünde pırıldadığını görebilmek de en büyük mükafatı…

Cemil Meriç - Sosyoloji Notları ve Konferanslar

 "Düşünce mumyalaştığı gün cesetleşir.." 


Jurnal II/Cemil MERİÇ

‘’Bir uçurum gibi büyüyen sükut,hayattan,ışıktan,ümitten kopuş…Nihayet gönlüme baharı getiren sesiniz.Kırık bir tekne,karanlık bir deniz.Ufukta siz olmasanız hayat denen bu yolculuk,bu rezil,bu pespaye,bu komik sürükleniş dayanılmaz bir çile olurdu.’’

Kültürden İrfana/ Cemil Meriç

İrfan, düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir kelime. Tecessüsü madde dünyasına çivilemeyen, zekâyı zirvelere kanatlandıran, beşerîyi ilâhi ile kutsîleştiren, uzun ve çileli bir nefis terbiyesi. İslâm, insanı parçalamaz. İrfan, kemâle açılan kapı, amelle taçlanan ilim. Batı'nın "kültürlünde bu zenginlik, bu ihtişam, bu hayata istikamet veriş yok. İrfan bir mevhibedir. Cehitle gelişen bir mevhibe. Kültür, katı, fa­kir ve tek buutlu bir lâfız. İrfan, beşeri beşer yapan vasıfların bütünüdür. Kültür, homo ekonomikus'un kanlı fetihlerini gizlemeye yarayan bir şal. İrfan, dinî ve dünyevî diye ikiye ayrılamaz. Yani her bütün gibi tecezzi kabul etmez.

Cemil Meriç İle Sohbetler / Halil Açıkgöz

‘’Osmanlı medeniyeti kelimeler üzerine inşa edilmemiştir. Osmanlı medeniyeti bir hamle medeniyetidir. İman, cezbe, aşk medeniyetidir.’’

BİR FACİANIN HİKAYESİ / CEMİL MERİÇ

’’Bu anlaşılmaz dünya, bu saçma sapan gündelik hayat, ölümle sona erecek olan bu sessiz komedi karşısında, şuur... Şuur uyanıncaya kadar gayet tabii ve rahat olarak yaşanan gündelik hayat. Birdenbire sıkıcı ve mide bulandırıcı olmağa başlar. Çünkü şuur, hayatın otomatik ritmi ile kaynaşmışken, bu ahenk bozuluverir. Şaşırır insan. Ben ki şuurum, nasıl olmuş da kendi dışımda bir varlıkla kaynaşabilmişim? Şuur ayrılır ve işlemeğe başlar. Anlarız ki şuur, tek güzel şey. Çünkü her şey şuurla başlar, her şeyin değerini yapan şuurdur.’’ 

Cemil Meriç

“Gül ıtrıyla selâmlar sabahı, şair yaratır. Pınar hangi susuzlukları giderdiğinin farkında mı? Güneşsarayları da aydınlatır, kulübeleri de. Öyle seveceksin ki kelimeleri, yalnız senin için raksedecekler. Kelimeler de bütün sevgiler gibi kıskanç. Senin olmalarını istiyorsan, onların olacaksın, yalnız onların.”

Ahmet Hamdi Tanpınar

Bir adın kalmalı geriye,
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır,
Yalnızlığın peşinde kuvvet..
Evet nihayet
bir adın kalmalı geriye,
Bir de o kahreden gurbet..
Beni affet
Kaybetmek için erken,
- sevmek için çok geç..

Huzur/Ahmet Hamdi Tanpınar

‘’… İnsan ruhunun en az tahammül edebildiği şey, - belki daha ötesi olmadığı, kendimize mühlet vermeden yaşamağa mecbur olduğumuz için olacak – saadettir. Istırabın içinden geçeriz. Tıpkı çalılık, taşlık bir yolda yürür, bir bataktan kurtulmağa çalışır gibi ondan sıyrılmağa çalışırız. Fakat saadeti bir yük gibi taşırız ve bir gün farkında olmadan yolun bir ucunda, bir köşeye bırakıveririz.
Hapishanelere bakın, mahkeme zabıtlarını, günün olanını bitenini ince satırlarla bir köşeye kaydeden gazete koleksiyonlarını karıştırın, daima bir gün kendi saadet yükünü taşımaktan bıktığı için bir tarafa atılıvermiş biçareleri görürsünüz.’’

Günlüklerinin Işığında Tanpınar'la Başbaşa

“İlk defa gelecek seneye çıkamam korkusu aklıma geldi. Ciddiyetle geldi. Hiçbir şeyi bitiremeden ölmek istemiyorum. O kadar eser ve kullanmadığım kelime varken…”

Çağ Ve ilham II / Sezai Karakoç

Yeninin annesi sevgidir. 
Yüreğinde aşk ve sevgi taşımayan insanlar,yeni bir dünya kuramazlar. 
Acıma,sevginin çocuğudur,zulümse katili.
Uyandırılmış insan yetileri,sevgi toprağına kök salmazsa,onlardan kısa zamanda ‘şer çiçekleri’ boy gösterir. 
Sevgisiz uygarlık,zakkum ağacı gibi,insanlığa kötülükler yemişini verir.
Sevgi kurtaracaktır dünyayı,insanlığı,Tanrı sevgisiyle kenetlenmiş sevgi demeti.
Hasedin,çekememezliğin kökünü kurutan sevgidir.Affeden,bağışlayan yine sevgi.
Sevgi bir zafer kutlamasıdır.
Feragat ve fedakârlıklar çilesine,insan,ancak,sevgiyle katlanabilir.
Sevgiyle aşılır bu dünya.
Evet!İnsan,gerçek sevgiye ulaşabilmek için önce kendini sevmekten vazgeçmek zorundadır.
Sevgi aptallık değildir;zekâyı aşan bir zekâ,duyguyu aşan bir duyarlıktır..
Hile sevgiyi yenemez,sadece kendini yener.Riya sevgiyi örtemez,ancak kendini örter. Kuvvet, sevgiyi deviremez,ancak kendini devirir.

Tutunamayanlar / Oğuz Atay

‘’Sevmek zor geliyor. Alışmamışım yoruluyorum. Her an sevdiğimi düşünemiyorum. Bazen atlıyorum. Boşluklar oluyor. Bunları boş sözlerle doldurmaya çalışıyorum. Oysa ben her an sana bakmak, bir sözünü kaçırmamak; bir kıpırdanışını, yüzünün her an değişen bütün gölgelerini izlemek, her an yeni sözler bulup söylemek istiyorum. Her mevsimde, her gittiğimiz yerde, insanlarla ve insanlarsız, aşkın değişen yansımalarını görmek istiyorum. Bütün bunlar beni yoruyor. Sen orada duruyorsun ve beni seyrediyorsun sadece. Senin için sevmek, su içmek gibi rahat bir eylem. Ben, her an uyanık olmalıyım.’’

Cahit Zarifoğlu

"Can kamaram
Yalnız göğsüm değil
Hayat var kaçıp bıraktığım zamanlarda da
Ölmek koşup varmak mıdır oralara"