7 Eylül 2014 Pazar

Bu Millet Neden Ağlar/ Osman Yüksel Serdengeçti

Bergson, “Sanatkâr, bir şeye aşkla bakan insandır. Sanat eseri bu bakıştan, bu aşktan doğar” diyor. Mevlana ve Yunus her zaman, her şeye âşıktılar. Her şeye aşkla baktılar. Onun içindir ki eserleri ölmedi. Sesleri, nefesleri bugün dahi 700 yılın ardından nesillere ruh veriyor, hayat veriyor. Aşk yaratılanı, yaratanla temasa getiren, en emin, belki de yegâne vasıtadır. Aşk, aşıkı Tanrı’nın izniyle adeta yaratır. Sanat eseri de bundan başka bir şey değildir.

Stefan Zweig - Sabırsız Yürek

Kararlarımız, kabul etmek istemesek de büyük ölçüde sosyal konumumuzla sağladığımız uyuma ve çevreye bağlıdır. Düşüncelerimizin büyük kısmı genellikle önceden edinilmiş izlenimlerin ve etkileşimlerin doğal bir sonucudur.

Biz İnsanlar / Peyami Safa

... sevmesini bunlar biliyor. Susarak sevmesini. Erkek susar, kadın da. "Beni seviyor musun?"lar yok. "Daha mı az, daha mı çok?"lar yok. Maziden ve istikbalden şüpheler yok. Emniyet yüzde yüz. Fedakârlık bitirmiş. "Ben seninim, sen de benim." O kadar. "Sözlüyüm" diyorlar. Bitti. İki taraf da ölünceye kadar öteki için parçalanmayı göze alıyor. Sessiz. Aşk mektupları, sitemler, tehditler yok. Mutfakta bir tıkırtı İclal, Mustafa'nın çorbasını pişiriyor. Hep onu düşünüyor. Yirmi sene, elli senen hep onu düşünecek. Mustafa eşikte görünüyor. Sessiz. Dil dökmüyor. Dil olmayan yerde yalan olur mu? Onun bir İclali var. Dünya o. Mağrur, susuyor. Vazife saati. İclal daha çorbayı pişiriyor. Ne ciddiyet!
Sevmesini bunlar biliyor. Bunlar olmasa dünya ne kadar tenha ve hazin olur. ...

Bizim aşklarımız tam sevgi olmadığı için, manilere rastladığı için, taşlara çarpan su gibi kabarıyor, sıçrıyor, dağılıyor, gideceği yere rahat gidemiyor. Bütün tereddütlerimiz, şüphelerimiz, korkularımız, itimatsızlıklarımız, küçük görüşlerimiz, kendimize güvenmeyişlerimiz, iç çekişlerimiz, öfkelerimiz, isyanlarımız, hepsi, hepsi, aşkımızın tam olmamasından, yolunu bulamamasından. Bizimkisi aşk değil, aşk hastalığı; onlarınkisi aşk hastalığı değil, aşk.

Ülkü Tamer

Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün 
Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün 
Serinlik vurdun korulara, canlandı serçelerim 
Sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata, 
Ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta. 

Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da.

Martı Jonathan Livingston / Richard Bach

"Neden Jon, söylesene neden?" diye inleyerek sordu annesi. "Diğerleri gibi olmak bu kadar mı zor?"

Bostan / Sâdi Şirazî

"Ey insanoğlu! Gururlanma, ölmemeye çare mi var? Yoksa tabut denen cansız ata binmemeye çare mi var? Başındaki kavuk da olsa bezdir, yüzündeki sakal da olsa bir tutam ottur. Onlara güvenerek iş görme. İşlerin doğru ve güzel olsun. Şekil ve dış görünüşe önem verme, yanılırsın. Öze önem ver."

Attila İLHAN

ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm

Yüzüncü Ad / Amin Maalouf

"Başkaları, konuştukları gibi yazarlar; ben sustuğum gibi yazıyorum."

Ariel / Sylvia PLATH

Dibi biliyorum, diyor,
En kalın köklerimle onu yokluyorum,
Siz ondan korkarsınız,
Ben korkmuyorum, daha önce de dibe vurdum..."

Mektup Aşkları / Leylâ ERBİL

Biliyor musun özlemim arttıkça yazmaya karşı inadım çoğalıyor bu sıralarda, yazmak zıddıma gidiyor; çünkü sözler, sözcükler yetmiyor sana olan sevgimi anlatmaya. Yeni bir tür aşk, bir sevgi biçimi bendeki biliyorum; bugüne dek kimsenin böyle duyguları olmamıştır. Ben bu duygularla çarpıştığım için bir süredir yazamadım sana, ya sen?

Ahmet Hamdi Tanpınar/ Beş Şehir

“En büyük meselemiz budur; mâzî ile nerede ve nasıl bağlanacağız, hepimiz bir şuur ve benlik buhrânının çocuklarıyız; hepimiz Hamlet’ten daha keskin bir “olmak veyâ olmamak” dâvâsı içinde yaşıyoruz. Onu benimsedikçe hayâtımıza ve eserimize daha yakından sâhip olacağız. Belki de sâdece aramak ve bütün kapıları çalmak kâfîdir.

Mâbetsiz Şehir/Osman Yüksel Serdengeçti

Başkasının sözlerini, hareketlerini, jestlerini taklit eden her insan da bir hususiyet kayboluşu, bir şahsiyet ölüşü vardır.

Türk Tarihinde Meseleler/ Hüseyin Nihal Atsız

Batı medeniyetine giriş hareketi olan, fakat, yanlış anlayış ve tatbik ediş yüzünden bir aşağılık duygusunun teşekkülüne sebebiyet veren Tanzimat’tan beri kendimizi inkarda çok ileri gittik. Hatta, medeniyetlerin ülkelere hiçbir gümrüğe uğramadan gireceğini, Batı medeniyetini alırken onun tekniği, sanatı ve ilmi ile birlikte fuhuşunu da almamızın zaruri olduğunu söyleyen kişilere rastladık. 

Platon / Devlet

Doğruyu, yönetenin işine gelen şey olarak tanımlamak, çobanın güdülen hayvanların değil, sürünün sahibinin veya kendisinin işine geleni yapmasına benzer. Bu görüş yüzünden gerçek anlamda doğru her zaman mağdur olur. Güçsüz olduğu için hep daha çok çalışır ve devlete daha çok vergi vermek zorunda kalır. Eğri olanların yaptığı zorbalıktan başka bir şey değildir. Toplumda pek çok kişi neyin eğri neyin doğru olduğunu bilmemektedir. Bilenlerden bazıları ise eğri insanların daha kârlı olduğuna inanmaktadır. Yöneticiler gördükleri işten dolayı para ve şeref kazanmaktadır. Onların görevi, zorbalık yapmak değil, yönetilenlerin işini yapmaktır.

Statü Endişesi / Alain de BOTTON


Başarısız olacağımız düşüncesi bizi endişeye boğar çünkü başarı, dünyanın bize güler yüz göstermesi için kullanabileceğimiz tek kozdur. Aile bağları, arkadaşlık ya da cinsel çekim kimi zaman maddi başarıyı gereksizleştirebilir, ancak birinin çıkıp da bütün ihtiyaçlarını düzenli bir şekilde karşılayabilmek için bu etkenlere bel bağlayacağını söylemesi için uslanmaz bir iyimser olması gerekir. İnsanlar, birbirlerine gülümsemek için sağlam ve değişmez nedenler arar, bu nedenler ortada yoksa da nadiren birbirlerine güler yüz gösterirler.