21 Temmuz 2014 Pazartesi

Ibn-i Arâbî

Mânâları kelimelerin kalbine indiren o Allah'a hamdolsun.

Mâbetsiz Şehir/Osman Yüksel Serdengeçti

Asrımızın buhranı, geçirdiğimiz ve geçirmekte olduğumuz bütün felaketler, yapılan keşif ve ihtiraların, insanın mahiyeti, insanlığın saadet ve huzuru düşünülmeden yapılmış olmasından ileri geliyor.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü/ Ahmet Hamdi tanpınar

İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.

Nuri PAKDİL

Gel 
Anne ol 
Çünkü anne 
Bir çocuktan bir Kudüs yapar 

*

Adam baba olunca
İçinde bir Kudüs canlanır

*

Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin

(Ocak 1972)

Dücane Cündioğlu

"İkiye yarılmışlık.

Nedir bilir misin?

Bir yanda aklın, bir yanda kalbin.

Geçmişin ve geleceğin ortasında kalan zavallı bir şimdicik.

Mabedden içeri adım attığında ne hisseder insan, söyle, hiç bilir misin?

Secdeye başını koyduğunda?

Derken büyük bir alışveriş merkezine girdiğinde?

Koca bir cipin içindeyken meselâ, müziğin sesini açarken?

Hiç gördün mü onu, hani şu bir yandan sesi arş-ı a’laya çıkanı, öte yandan kalbi büzüştükçe büzüşeni?

İçine, daha da içine çekileni?

Bir elinde Kur’an, bir elinde ben, tam da ortasından yarılanı?

Gövdesi bir yanda, başı bir yanda, çarşının orta yerinde ayaklar altında sürüneni?

İnsanı.

Hiç gördün mü?

Ne yapacağını bilmez hâlde, kurban diye kendini sunarken.

Gözyaşlarıyla kendini iyileştireni. Hüzünle. Çaresizlik içindeyken. Ağlaya ağlaya kendi yaralarını kendisi saranı.

Değil meydanlarda, mescidde bile kıyam edemeyeni.

Ayağa kalkmak nedir bilmeyeni.

Secdeden başını kaldıramayan o zavallıyı.

Okuyanı. Hep okuyanı. İnsanı. Kendini.

Gördün mü hiç?

Kalabalıkların arasında yine kendisiyle konuşurken. Otururken, yürürken, koşarken, her daim bile isteye kendini unuturken?

Sordun mu ona, kimsin sen, dedin mi? Tuttun mu elinden, sildin mi gözyaşlarını? Başını okşayıp teselli ettin mi?

Taşradayım gelemiyorum yanına, diye özür diledin mi?

Bağışlanmak, bilir misin nedir?

VE dahî bağışlamak. Affetmek, görmemek değil, görmezlikten gelmek, ihmal etmek, bile isteye kül gibi savurmak günahları havaya, nedir hiç düşündün mü?"

18 Temmuz 2014 Cuma

Batmayan Gün / Samiha Ayverdi

" ...O, her düğümü çözenin, her müşkülü halledenin, her meçhulü aydınlatanın, vücudun hayatını idâme eden hava gibi ruhun hayatını da temin edenin aşk olduğu neticesine varıyordu. (...)
Aşk... her başın önünde eğildiği kıble... "

Nisa Sûresi

36- Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.

37-Bunlar cimrilik eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimeti gizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.

38-Bunlar, mallarını insanlara gösteriş için harcayan, Allah’a ve ahiret gününe de inanmayan kimselerdir. Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır.

39-Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah’ın verdiği rızıktan (gösterişsiz olarak) harcasalardı, kendilerine ne zarar gelirdi? Allah, onları en iyi bilendir.

40-Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilik de olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.

41-Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman, bakalım onların hâli nice olacak!.

[NİSA 36-41]

Bu Millet Neden Ağlar/ Osman Yüksel Serdengeçti

Bergson, “Sanatkâr, bir şeye aşkla bakan insandır. Sanat eseri bu bakıştan, bu aşktan doğar” diyor. Mevlana ve Yunus her zaman, her şeye âşıktılar. Her şeye aşkla baktılar. Onun içindir ki eserleri ölmedi. Sesleri, nefesleri bugün dahi 700 yılın ardından nesillere ruh veriyor, hayat veriyor. Aşk yaratılanı, yaratanla temasa getiren, en emin, belki de yegâne vasıtadır. Aşk, aşıkı Tanrı’nın izniyle adeta yaratır. Sanat eseri de bundan başka bir şey değildir.

Mevlana İdris ZENGİN

AŞK ZAMANLARI

Sonra çok ateşler gördüm hiçbiri ısıtmadı
Yakıp da bıraktığın şu zalim bedenimi
En zoru ellerini unutmaktı
Ve ıslaktı çimenler sonsuz ıslak
En zoru ellerini unutmaktı

Bir çiçek açmamış gibi aramızda
Gidiyordun ve deprem
Bütün denizler gidiyordu savaşlarım gidiyordu
Ve yalnızdı ellerim sonsuz yalnız
Bir çiçek açmamış gibi aramızda

Hiçbir felaketten öğüt almayan aşk zamanlarımda
Baktım ruhumun sahibine baktım yanıyordum
Sonuna geldiğim bir yolculuk gibiydi her şey
Film kopmuştu ve hayatımdan çıkıp gidiyordun

MATMAZEL NORALİYA'NIN KOLTUĞU / PEYAMİ SAFA

"Yarabbi dedim, al beni artık.Beni dağıt.Zerrelerimi şu çam dallarının üzerine şebnem gibi yağdır.Benim ruhumla şu yaprakları yaldızla.Sana olan aşkımı bir sabah rüzgârı gibi estir.Pencerelerinin önünde,gözlerini yıldızlara atfedip şifa bekleyen hastaların ciğerlerine dolayım,ferahlık vereyim.Kalbimi ez.Milyonlarca zerreye ayırıp her birini nevmit bir kalbin içine bir ümit tohumu gibi at.Orada büyüyeyim.Üşümüş ruhları ısıtıp sana doğru yükselteyim.Aklımı erit ve güneşin ziyasına karıştırıp mecnunların,şaşkınların, avarelerin, perişan akıllıların gözlerinden dimağlarının içine nüfuz ettir.Karanlık zekâlara aydınlık götüreyim."

İbn Hazm/ Güvercin Gerdanlığı

Aşk ruhların asıl kendi alemlerinde birleşmesidir. Hepimiz biliyoruz ki bu fani alemde ruh bir takım örtülerle kaplı, ârazlarla sarılmış ve yeryüzüne ait doğal içgüdülerle kuşatılmıştır. Bütün bunlar ruhun pek çok niteliğini gizler ve yukarıda sözü edilen zor birliği sağlamaya engel olurlar. Bu düşüncenin gerçekleşmesini, ruhun oraya uygun ve elverişli duruma gelip hazır olduğunda ve kendisine sevilecek nesne ya da kişideki ortak özelliklerle kendisinin gizli yanlarının ortaya çıkmasından, kendisine uyan ve benzeyen yönlerin tanıtılmasından sonra umut edebiliriz. İşte o zaman hiç engelsiz gerçek birliktelik sağlanmış olacaktır. İlk anda meydana gelen bütünüyle fiziksel hayranlık ve görünenin ötesine geçemeyen dış güzelliğe kapılma gibi bazı nedenlere gelince bunların tümü tam anlamıyla bedensel arzunun saklı sırrıdır. Ancak bu arzunun ötesinde bir arzu olursa, o sınırı aşarsa o zaman buna aşk denir. İki kişiyi sevdiklerini ya da bir kişiyi sevdiklerini söyleyip başkalarıyla da beraber olanların yanılgıları da buradan kaynaklanıyor. Oysa onların duydukları duygu, bahsettiğimiz bedensel duygudan başkası değildir. Bu da gerçek aşk değil mecazi aşktır. Gerçek aşka gelince, tutkusu kendisini o denli sarar ki maddi ve manevi hiçbir çıkarını düşünmeye vakit bile bulamaz. Elbette ikinci bir sevgiliye zaman ayıramayacaktır. Her bir zerresinde sevgilisi varken başkasıyla nasıl uğraşacaktır?

Kalpte iki sevgiliye hiçbir zaman yer yoktur. İkinci sevgili birincinin dengi olamaz.
Nasıl ki akıl tektir ve tek bir Tanrı’dan başka Tanrı tanımaz O da Rahman’dır, tek din vardır ve iki din vardır diyen küfre girerse iki aşk vardır diyen de küfre girer. Kalp de tektir ve ister uzak olsun ister yakın, tek bir kişiye tutulur ancak. Başka türlü olanlar kuşku ve şüphe altında kalmaya mahkumdur.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Beş Şehir/ Ahmet Hamdi Tanpınar


“En büyük meselemiz budur; mâzî ile nerede ve nasıl bağlanacağız, hepimiz bir şuur ve benlik buhrânının çocuklarıyız; hepimiz Hamlet’ten daha keskin bir “olmak veyâ olmamak” dâvâsı içinde yaşıyoruz. Onu benimsedikçe hayâtımıza ve eserimize daha yakından sâhip olacağız. Belki de sâdece aramak ve bütün kapıları çalmak kâfîdir.”

Taşları Yemek Yasak/ İsmet Özel

Bilgiyi dönen çarkın uygun yerine yerleşmek için öğrenen kişi, öğreniminde hangi yüksek seviyeyi tutturmuş olursa olsun, hangi makamı işgal ederse etsin sıradan, avamî bir kişidir ve diğerleri ile birlikte sürüklenmektedir. 

Mâbetsiz Şehir/Osman Yüksel Serdengeçti

Asrımızın faciası, hiç şüphesiz birtakım insanlara ifratla bağlanmak, onlara tapmak, onları ilahlaştırmaktan ileri geliyor.

Hatıralar 1 / Ali Ulvi Kurucu

Bu dünyada hür kimdir?Allah'a kul olan!...Oğlum, Allah!a kul olan,nefsin esaretinden,kulların esaretinden kurtulur.Allah'tan gayri herşey masivadır.Masiva fanîdir.Fanî olandan korkmak,şirktir;şirkin büyüğüdür.Yalnız Allah'tan korkacaksın!...


-dedesinden naklen-

İSLAM VE İNSAN MEVLANA VE TASAVVUF / Nurettin TOPÇU

Türlü sefaletlerle ihtirasların parça parça böldüğü hasta bir vücudu andıran İslam dünyası, en bedbaht devirlerinden birini yaşıyor ve her islam memleketinde ruhlar birbirinden ayrılmış, birbirlerine saldırıyorlar. Her sene yüzbinlerce ziyaretçi ile dolan Kâbe'nin etrafında ruh birliği ve beraberliği meydana gelemiyor. Bunun sebebi, ne siyasi, ne iktisadi ve esasında ne de ilmi ve fikridir. Bu halin sebebi, İslam'ın temeli ve Kur'an'ın özü olan ahlakın kaybedilmiş olmasıdır.

8 Temmuz 2014 Salı

Nâzım HİKMET

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…

Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının…
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti…
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak koyu bir karanlık…

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya…

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım…

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…

ABDURRAHİM KARAKOÇ

İNCİTME

Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.

Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin.

Burdayım de ararlarsa
Doğru söyle sorarlarsa
Tabutuna sararlarsa
Bayrak senden incinmesin.

İl göçsün göçtüğün vakit
Yol yansın geçtiğin vakit
Suyundan içtiğin vakit
Irmak senden incinmesin.

Toz konmasın sakın sana
Hakkı geçer halkın sana
Gücenmesin yakın sana
Uzak senden incinmesin.

Cemil Meriç - Bir Facianın Hikâyesi

Abdülhamid katiyen zalim değildi. Adına ve hatırasına eklenen “Kızıl Sultan” lâkabı tarihin en büyük yalanı. Boğdurulup yok edilen devrimci talebeler masalı yalan, çuvallara dikilip Boğaz’ın sularına atılan saraylı kadınlar hikâyesi yalan! Tam tersine... Abdülhamid şiddetten nefret ederdi. Tahammül edemezdi kan akmasına, maddî eza duyardı. Nefret ederdi darağacından. Affetme salahiyetini her vesileyle kullanırdı. Hatta suiistimal ederdi. Nizamî muhakeme tarafından verilen idam hükümlerinin hemen hepsi otomatik olarak sürgüne tahvil edilirdi. Siyasî hasımlarına karşı başlıca silahı sürgündü. Ustaca derecelendirilmiş bir sürgün: Yemen veya Fizan’da gözaltında bulundurulmaktan tutunda Payitaht’tan az veya çok uzak vilayet veya kazalarda valilik veya kaymakamlığa kadar. Sürgüne yollanılan maaş alır, iaşe ve ibatesi temin edilir ve daima Payitaht’a dönmek ümidini muhafaza ederdi. Çok defa efendi olarak gidilir, bey olarak dönülür, paşa olarak dönülürdü. Belki bu da bir hesaba dayanıyordu.
Abdülhamid’in ayırıcı vasfı trimetrik (düzenleyici) olmaktır, kombinezonlara bayılır, kesin çözümlemelerden hoşlanmaz. Hiçbir bağlılığı önceden reddetmez, sönmez bir kin tutuşturmak istemez. Şiarı: korksunlar ama nefret etmesinler. Bir kelimeyle faydacı ve şüpheci. Ne var ki, bu vasıflarının altında hakşinas ve âdil bir hükümdar saklıdır. Tebaalarının - siyasî olması da- medenî haklarına saygılı herkesin mülkiyet hukukuna riayetkâr bir padişah. Uzun süren saltanatı boyunca, makamından faydalanarak meşru olmayan bir kazanç elde etmeğe kalkıştığı veya birinin rızası hilafına ve kanunî bir tazminat ödemeden malını gasp ettiği görülmemiştir. Demek ki, munsif ve âdil oluşunu sadece hesaba ve sadece politikaya atfetmek doğru olmaz.

Üç Mesele/ İsmet Özel

Hayal, ipleri elden kaçırmaktır. Oysa öyle bir dünyada yaşıyoruz ki o ipin ucu sizin elinizden bir kaçtı mı, hemen bir başkasının eline geçiveriyor. Ondan sonra siz hayal ediyorsunuz, ama bir başkası yaşıyor. 

Yaşadığım Gibi/ Ahmet Hamdi Tanpınar

‘’Garpçılık,1839’da devlet müesseselerimizi ve bazı hayat şekillerimizi değiştirmekle kalmadı, bizi âdeta kulağımızdan tutarak şeyhülislâm duası ve ecnebî sefir alkışıyla Avrupa mektebine çıraklığa verdi.’’

Ebuzer/ Ali Şeriati

Allah Resulü ganimetin beşte birini alıyordu. Ondan bir şeyi de biriktirmiyordu. Ne bulursa dağıtıyor, kendi yiyeceği için bile yanında bir şey kalmıyordu. Aişe bir gün onu aç görünce, etkilenerek ağladı ve Peygambere: "Ey Allah'ın Resulü! Allah'tan sana yemek vermesi için dua edemez misin?" Peygamber: 
Ey Aişe! Canımı elinde bulundurana yemin ederim ki eğer ben Allah'tan dünyanın dağlarını altına çevirmesini ve nereye gidersem benimle hareket etmelerini isteseydim, Allah kabul ederdi. Fakat ben dünyanın açlığını tokluğuna, fakirliğini zenginliğine ve üzüntüsünü mutluluğuna tercih ederim. Ey Aişe, dünya Muhammed'e ve ailesine layık değildir. Allah, büyük peygamberlerinin ancak dünyanın kötülük ve güzelliklerine sabretmesinden hoşnut kalır. Beni de onlar gibi bundan sorumlu tutmuş ve şöyle demiştir: "Diğer peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret!" Vallahi onun emrine uymaktan başka çarem yoktur; vallahi onlar gibi ben de gücüm yettiğince sabredeceğim. Allah'tan başka güç sahibi yoktur.

5 Temmuz 2014 Cumartesi

Bakanlar ve Görenler / İsmet Özel

Gerçek sözler söylenmemiş sözlerdir.

Hangi Batı/ Attila İlhan

Lisede Sophokles okuduk, klasik Türk sanat musikisine sövmeyi, Divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin yayımladığı kötü çevrilmiş batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi öğrendik. Sanki Sinan, Leonardo'dan önemsiz; Mevlana, Dante'den küçüktü; Itri ise Bach'ın eline su dökemezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk, ulusal bileşim arama yerine hazır bileşimleri aktarmak hastalığımız tepmişti, o kadar ki İkinci Dünya Savaşı sonrasında batılı emperyalizmin örgütlü politikasını uygulamaya kendiliğimizden talip olduk.

İslam ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf/ Nurettin Topçu

“İslâm’ı yaşatacak gerçek din adamları, Kur’an’ın ebedî ruhunu ihtiva eden ahlâkın esaslarını önce kendi hareketleriyle yaşatacak sonra da büyük İslâm cemaatine ilim, hikmet ve felsefe halinde aşılayacak hizmet ehli kahramanlardır.”

Ali/ Ali Şeriati

Her kuşakta uyanan veya uyandıran herkese, her gruba, her kuruma karşı yapay bir savaş başlatabilmek için iftiralar suçlamalar, baskılar ve kışkırtmalar başlatılır. Halk artık bütün fitnelerin tek nedeni olarak "onu", "onları" ya da 'orayı" görür. “onun”, "onların" ya da "oranın" ıslah edilmesi durumunda her şeyin düzeleceğini, ak pak olacağını zanneder. Ama on beş yıl boyunca "ona", "onlara" ya da "oraya" karşı savaştıktan sonra “onun”, "onların" ya da "oranın" da bizim gibi olduklarını, bizimle aynı dertleri, kaderi ve inançları paylaştıklarını gördük. Ama biz belayı def edip komployu hallettikten sonra ikimizin de, ortaklaşa sahip olduğumuz "horozumuzu götürdüklerini, her ikimizin de ceplerimizi boşalttıklarını yeni anladık. Yaptığımız tüm savaşlarımız, savaş sahnesinde kaybolmamızla ve horozumuzu unutmamızla sonuçlandı.
Niçin yabancı düşman cephesinden Müslümanların kafasına darbe indirildiğinde, Müslümanların topraklan gasp edildiğinde, İslam ümmetine mensup bir halk saldırıya uğradığında, Müslümanların mukaddesatı çiğnendiğinde ve İslam'a karşı dünya çapında büyük bir darbe vurulduğunda, biz hep birbirimize düşüyoruz? Hâlbuki Kudüs'ü alan odur. Mescid-i Aksa'yı yakan odur. Müslümanların toprağını işgal eden odur. Müslümanların evini başına yıkan odur. Savunmasız Müslümanların namusuna tecavüz eden odur.

Mahur Beste/ Ahmet Hamdi Tanpınar

“…esas olan, zaman dediğimiz şeyi insan ruhunun benimsemesi, bir meyve ısırır gibi, kendi izlerini ona kuvvetle geçirmesiydi. Her türlü saadet ve felaket düşüncesinin üstünde bir talihin kendisini tamamlaması lazımdı. Izdırap insanoğlu için gündelik ekmek, ölümse sadece bir kaderdi. İkisinden de kaçınılmazdı. Asıl dava, derin bir şekilde yaşamak ve kendi kendisini gerçekleştirmek, ölümlü hayata şahsi bir çeşni vermekti.”

Beş Şehir/ Ahmet Hamdi Tanpınar

‘’İnsan kaderinin büyük taraflarından biri de, bugün atacağı adımın nereye götüreceğini bilmemesidir.’’