27 Aralık 2012 Perşembe

Mâbette Bir Gece - Sâmiha Ayverdi

Hey .. Bana baksana arkadaş, artık gece oldu, gün çoktan kavuştu... Çabuk ol, çık buradan.. Mâbedin kapılarını örteceğiz. Sabahtan beri ağlayıp bağırdığın yetmedi mi? Ne bitmez derdin varmış! İçerde kimseler kalmadı; herkes evine çekildi.. Başını kaldır da etrafına bak.. Yoksa karanlık geceyi de mi görmüyorsun?

Gece mi ne gecesi? Gönlüm, sevdiğimin aşkına karargâh olalı beri gece ve gündüzü seçecek iktidârım kalmadı. Görmüyor musun, onun aşkı satveti, değil yalnız beni cihânı şûlesine batırdı. Güneşler, aylar, yıldızlar hep, bu ziyâdan aydınlanmıştır.

Ben ne gece, ne de gündüz tanıyorum. Yalnız onu biliyor ve ona tapıyorum. Geceler, ancak sizin gibiler için siyah yüzlü, siyah kaftanlıdır. Sizin gündüzünüzün ışığı, benim gecelerimin nûruna karşı utancından yüzünü kapar.

Ey benim Tanrım! Her zerremi birer meş’ale gibi yakan aşkına yemin ederim ki, güzelliğinin tâkat getirilmeyen ziyâdeliğinden gözlerim kamaştı .. Belki de bunun içindir ki senden başka bir şey görmüyorum..

Artık şu perîşan vücuduma vücut deme.. Ondan sana tapmaktan, onda, sana baş koymaktan başka hiç, ama hiçbir zevk yok.. yemin ederim ki yok...

Onda ne hayat ne ölüm, tek arzû dahî yok..

Beni affet Tanrım.. Beni, senden başka her şeyden affet! Eğer her bir mesâmem dile gelse, senin isminden başka söyleyecek söz bulamaz. Eğer göğsüm yarılıp kalbim görünse, orada aşkın yalımından başka nişan bulamazlar. Senin hayalini emmiş gözlerin, bu ebediyet güneşinin kaynağı olmuştur. Vücûdumun aşkınla hayatlanmış her zerresi, bu aşkın câsûsu, bu aşkın ezelî bir tuzağıdır.

Bu aşk beni ve kâinâtı yaratan aşk.. işte ben ona gizlendim, ben onun bağrına kaçtım ve saklandım. Ey sen, ey benim ve cihanın tek varı, tek aşkı olan sen! Bak, yüzüme bak.. senden başka görülecek şey, senden başka tapılacak vücut, senden başka güzellik, hayat ve kudret yoktur! İçinde yaşadığımız dünyâ nerede? Gözlerim senden başka bir şey görmüyor. Benim dünyâm da sensin, ukbâm da sen!

Gülende ki sürur, hıçkırandaki elem, duâ edenin göklere kalkmış elleri, hep senden dolayı... Fakat âlem bilmiyor.. Güldürenin, ağlatanın, isteyenin ve icâbet edenin sen, yalnız sen olduğunu bilmiyor. Kâinatta senden başka hayat sâhibi kimse yok.. Fakat bunu da bilmiyorlar. Ne çıkar? Varsın bilmesinler.. Kendin biliyorsun ya.. Bir, hepten kuvvetlidir.

Ey benim Tanrım, kâh kararsız olur ağlar, yanar perişan olurum; aşkındaki şiddet ve tuğyandan dolayı. Kah itâtkâr, âciz, uslu ve uysal olurum; aşkındaki sükûn galebesinden dolayı. Kâh ise ne olduğumdan ve ne olacağımdan habersiz, tıpkı deniz üstünde çalkalanan çerçöp gibi iradesiz ve kaygusuz olurum; aşkındaki istîlâ ve satvetten dolayı..

Her zaman hâlden hâle geçen ben, hâlden hâle geçirenim ise sensin!

Sus artık be adam.. Gece yarısı oldu dedik. Haydi lafını bırak da kalk! Bu kadar sözü kime söylüyorsun? İçinden bir kelime bile anlamadık. İyilik etmek istiyorsan, bizi işimizden alıkoyma.. kapıları örtüp gideeğiz..

Ben kendimi bildim bileli sözümü yalnız Allah’ıma söylerim. Siz kim oluyorsunuz? Ben ondan başka mevcut tanımıyorum. Ondan başka kim var ki sözümü ve yüzümü ona çevireyim?

Beni niçin dinliyorsunuz? Dinlemeyin.. bırakın, gidin! Gidin, kaba döşeklerinize, durmayın gidin! Ben bu mâbedin bahâ biçilmez eşyâsına çalmaya gelmedim, korkmayın. Sedefli rahleleriniz, gümüş şamdanlarınız, her şey, ne varsa isteyenin olsun. Bir zamanlar sevgilim buraya uğramış olduğu için geldim. Onun ayak izlerinde, gözlerime yüz güneş vardır. Sizin için karanlık olan şu gece, bana, bin koldan meşâle tutan ışıklı bir fecirdir. Beni aydınlatan bu deme, kıyamadan nasılda gece diyorsunuz? Şuraya, sevgilimin izleriyle hâlleşmeye geldim; onun semtine varamayan ayaklarıma bunu da mı çok görüyorsunuz?

Zavallılar, bilseniz, benden hiç korkmazdınız.. gerçi san’atım hırsızlıktır; fakat onun aşkından başka, hiçbir şey çalmam. Varın gidin, Allah için bırakın beni!
Gene söyleniyorsun, sus, yetişir diyoruz sana..

Doğru .. keşki sussam, susabilsem.. Bâzen insanın söylediği tek söz, bütün hayâtınca söyleyeceği sözlerden daha kıymetlidir. Çok söylemeyi ben de istemiyorum ama mayalanmış hamurun zamânı gelince kendi kendine kabarması gibi, benim sözüm de gönlümü mayalayan aşkın zorlamaları ile taşıp dökülüyor. Eğer hamurun kabarıp kabından taşması bir günahsa, bu günâhın hesâbını, onu mayalayan elden sormalıdır.

Arkada duran iki bekçiden biri, onu zorla mâbedten çıkarmak üzereyken, arkadaşı mânî oldu:

Bırak şu dîvâneyi.. Varsın içerde gecelesin, olur ki bize de bir sevâbı dokunur. Her kulun Allah’tan isteyecek bir şeyi vardır; ama bununki ne bitiyor, ne yetiyor.. Bırakalım, belki sabaha kadar isteklerini tamamlar... dedi.

Başını bir sûtuna dayamış olan adamın heyacanla gözleri parladı:

Hâşâ! Ben Allâh’ımdan hiçbir şey istemiyorum. Sözlerim talep değil, feryattır. O bana ne vermemiş ki isteyeyim? Hangi verdiğini beğenmemişim ki, ellerimi kaldırıp da onu çevirmek için yalvarayım? Suya nasıl düğüm vurulmazsa, benim de sevgilime akan gönlümün renksiz ve keyifsiz ve keyfiyetsiz coşkunluğuna kayıt ve bend olmaz. Bu sözlerle lâubâlî olmayın, onların ateşine daha fazla yaklaşmayın, olur ki gönlümün yangınından bir kıvılcım sıçrar da sizi de yakar, kül ediverir.

İki bekçi, anlamaktan ve anlatmaktan âciz kaldıkları bu adamın yanından yavaşca çekildiler. Önde yürüyen, uzandı ve fersiz, uzak bir yıldız gibi yanan son kandili de üfledi. Birkaç dakika devam eden ayak seslerini, cümle kapısının örtülme sesi tâkip etti.

Artık mâbedin içinde, aşkı ile söyleşen bir çift dudaktan başka ses kalmamıştı.

Hiç yorum yok: