27 Aralık 2012 Perşembe

Aşk-ı Memnu / Halid Ziya Uşaklıgil

‘’… İhtimal Adnan Bey avdet etmiş, onu sormuş idi; fakat şu dakikada, şu zulmet ve boşluğuyla karanlıkların uykuda ruhuna gömülen hatıralarıyla mahrem bir telakki (gizli bir buluşma) yeri samimiyetini kesp eden (kazanan) bu oda onu daha ziyade alıkoymak istiyordu. Sanki Behlül’ü burada beklese onun avdeti (dönmesi) ihtimali kuvet peyda etmiş olacaktı (kazanacaktı). Ondan başka, şimdi kendisini üşüten bu açık pencerenin altında, kendisini söylemeye davet eder bir tesliyet lisanı (avunma dili), uzaktan uzağa gelen bir zemzeme var idi ki ona: “Söyleseniz a, ne için söylemiyorsunuz.” Diyordu; “Bilseniz atılmış ne hafi (gizli) sırlar, ne kırık hülyalar, ne solgun çiçekler, ne yıpranmış emeller, ne ölmüş ümitler var! Bilseniz bu biçare hazin ölüleri, biz ne ruhu okşayan matem neşideleriyle (şiirleriyle) sallayarak, ne rakik (ince) ve nermin (yumuşak) köpüklerden kefenlere sararak, birer nazenin, cenaze şeklinde yavaş yavaş, Kehkeşanların teessüründen (saman yollarının içlenmelerinden) damlayan mersiye (ağıt) katreleri altında yuvarlaya yuvarlaya götürürüz. Bilseniz bize iltihak ederek (katılarak) akıp giden ne kadar ıstırap giryeleri vardır. Sizin de ne tevdi edilecek (bırakılacak) ölmüş bir hülyanız, arkasından dökülecek birkaç katre matem yaşınız mı var? Siz ki o kadar şen, o kadar şatır (keyifli), ağlamaktan o kadar uzak idiniz. Demek bitti, hepsi de, hepsi…”

Hiç yorum yok: