Abdülhamid
katiyen zalim değildi. Adına ve hatırasına eklenen “Kızıl Sultan” lâkabı
tarihin en büyük yalanı. Boğdurulup yok edilen devrimci talebeler masalı yalan,
çuvallara dikilip Boğaz’ın sularına atılan saraylı kadınlar hikâyesi yalan! Tam
tersine... Abdülhamid şiddetten nefret ederdi. Tahammül edemezdi kan akmasına,
maddî eza duyardı. Nefret ederdi darağacından. Affetme salahiyetini her
vesileyle kullanırdı. Hatta suiistimal ederdi. Nizamî muhakeme tarafından
verilen idam hükümlerinin hemen hepsi otomatik olarak sürgüne tahvil edilirdi.
Siyasî hasımlarına karşı başlıca silahı sürgündü. Ustaca derecelendirilmiş bir
sürgün: Yemen veya Fizan’da gözaltında bulundurulmaktan tutunda Payitaht’tan az
veya çok uzak vilayet veya kazalarda valilik veya kaymakamlığa kadar. Sürgüne
yollanılan maaş alır, iaşe ve ibatesi temin edilir ve daima Payitaht’a dönmek
ümidini muhafaza ederdi. Çok defa efendi olarak gidilir, bey olarak dönülür,
paşa olarak dönülürdü. Belki bu da bir hesaba dayanıyordu.
Abdülhamid’in
ayırıcı vasfı trimetrik (düzenleyici) olmaktır, kombinezonlara bayılır, kesin
çözümlemelerden hoşlanmaz. Hiçbir bağlılığı önceden reddetmez, sönmez bir kin
tutuşturmak istemez. Şiarı: korksunlar ama nefret etmesinler. Bir kelimeyle
faydacı ve şüpheci. Ne var ki, bu vasıflarının altında hakşinas ve âdil bir
hükümdar saklıdır. Tebaalarının -siyasî olması da- medenî haklarına saygılı
herkesin mülkiyet hukukuna riayetkâr bir padişah. Uzun süren saltanatı boyunca,
makamından faydalanarak meşru olmayan bir kazanç elde etmeğe kalkıştığı veya
birinin rızası hilafına ve kanunî bir tazminat ödemeden malını gasp ettiği
görülmemiştir. Demek ki, munsif ve âdil oluşunu sadece hesaba ve sadece
politikaya atfetmek doğru olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder