19 Mart 2013 Salı

Huzur/Ahmet Hamdi Tanpınar

Mümtaz bu dükkâna bakarken hiç farkında olmadan Mallerme’nin mısraını hatırladı: “Meçhul bir felaketten buraya düşmüş…” Buraya bu tozlu dükkâna, bu davarına elle yapılmış triko çorapların asıldığı yere… Yanı başında tahta kepenkli, peykeli, eskimiş seccadeli dükkânlarında, aynı zengin ve uzaktan bakınca büyülü ananenin hikmetleri ebediyete kadar türlü tasnif fikrine yabancı bir istif içinde, raflarda rahle, sandalye üstlerinde, dükkânın döşemesi üzerinde üst üste, sanki gömülmeğe hazırlanıyorlarmış yahut gömülü buldukları yerden seyrediyorlarmış gibi bekliyorlardı. Fakat şark, hiçbir yerde hatta mezarında bile katıksız olamazdı. Bu kitapların yanı başında açık işportalarda, içimizdeki değişmenin intibak arzusunun yeni bir iklimde kendimizi aramanın kucak dolusu şahitleri, kapakları resimli romanlar, mektep kitapları, ciltlerinin yeşili artmış Frenkçe salnameler, eczacı formülleri vardı. Kahve falı ile Momsen’in Roma hayali, Payot edisyonunun artıklarıyla Karakin Efendi’nin balıkçılık kitabı, baytarlık, modern kimya, ilm-i remil, sanki insan kafasının bütün düzensizliği bu çarşıda birden bire teşhir edilmesi icap ediyormuş gibi bir birine karışıyordu.

Hiç yorum yok: