“Bu sözle başla emmi… Aklım dağıldı ki, toplayasım geçti.
Ben debelenirken, Karlos Çorbacı piposunu temizleyip doldurdu, “Bak n’apacağız
her doktor, dedi, eski bildiklerini bir yana bırakacağız, Dekart hesabı, dedi,
yeniden aramaya başlayacağız ön yargıları atıp… Bakalım bu davranış bizi
nerelere götürecek? Başlıyoruz! Anadolu toprakları nasıl topraklardır sence?
Nasıl mı? Yamandır Anadolu’muzun toprağı, dedim. Dünyanın
ekin ambarı olacak topraklardır. Biz tembelliğe vurduğumuzdan bu cennet vatanın
üstünde sürünmekteyiz. İş bilir ellere geçse bak neler olur…
Bunları nerden çıkarıyorsun? Kendin çiftçilik edip
denemedin. Babanın çiftçi olduğunu da sanmam. Sizde böyle kitapların daha
yazılmadığını da biliyorum! Bunlar gerçeği aranmamış palavralar… Salt Anadolu
toprağı değil, Akdeniz’i, Ege Denizi’ni çevreleyen bütün topraklar, cenabet
topraklardır. Çünkü bu bölge toprakları dünyanın yüzünde, gayet ince, pek
yalınkat bir kaput gibidir. Tarım derin derin aktarılmaz, kara sapanın ucuyla
az biraz karıştırılır. Bu bölgenin hava durumu da tarıma uygun değildir doktor,
ya kurak gelir, ya taşkın… Kurakta sizin toprak, hiç saban görmemiş gibi taş
kesilir. Taşkınlar, tarlaların yarısını alır denize götürür, yarısını dar
vadilere indirip bataklık yapar. Bataklıklarda insan barınamaz. Bu yüzden,
Adana, Küçük, Büyük Menderes ovaları gibi verimli ovalarınız ancak on dokuzuncu
yüzyıl ortalarında tarıma açılabilmiştir. Daha önceleri buralarda göçebeler
hayvan otlatıyorlardı. Bu özellikteki topraklarda, Batı’da olduğu gibi, özel
mülkiyet yerleşip gelişemez, zenginlikler sayılı ellerde toplanamaz. Sizde Batı
anlamında feodalitenin bulunmaması bundandır. Çünkü ne kadar güçlü olursa
olsun, hiçbir feodal, böyle topraklarda serflerini doyurup kendisini zengin
edecek tarımı, yalnız kendi gücüyle sürdüremez! Türkçesi, toprakları tarımda
tutmak için gerekli bayındırlık işlerini sizde ancak devlet yapabilir. İşte bu
sebepten, sizin topraklar haklı olarak devletin mülkiyetindedir. Gene bu
sebepten Batı’da devlet, sırasında bir sınıfın öteki sınıfı ezmek için
kullandığı araç haline geldiği halde, sizin devlet, ana ödeviyle toplumu ihya
edicidir. Yani, Batı’da devletin olmadığı zamanlar, toplumlar var olmuşlardır
ama, Doğu’da devletsiz toplum görülmemiştir. Sizde devlet toplumun var olma, yok
olma şartıdır. Siz, farkına varın varmayın her şeyi devletten beklersiniz.
Bizde ağalık almakla olduğu halde, sizde elbette vermekle olacaktır. Siz
devletinizi talancılıkla suçlarken, Batı kültürünüzle, Batılı devletmiş gibi
yargılıyorsunuz. Batıda, ilk çağların kölelik sisteminden bu yana özel mülkiyet
kutsal olduğu halde, sizin beş bin yıllık toplum tarihinizde devletten başka
kutsal hiçbir şey yoktur. Bu açıdan bakınca, Melek Ahmet Paşa’nın ağası devlet
işine giderken Bolu paşasının atını çekip alırsa bu talan sayılmaz. Çünkü sizde
her iş devlete yararlılığıyla değerlendirilir. Sizde devlet tehlikeye düştüğü
zaman devletten sorumlu olanlar, bir dakika önce, en korkunç suçlamalarla geri
ittikleri en akıl almaz sistemi kabullenmekte bir an duraklamazlar. Batı’da
bütün monarklar geriliği tuttukları halde, sizin padişahların apansız ilerici
kesilmeleri bundandır. Buradaki, ilericilik, bilinçle, imanla kazanılmış bir
şey değildir, beyin ameliyatı gibi ister istemez katlanılan, bir çaresiz
durumdur. Sizde padişahlar, baba, kardeş, evlat demeyip öldürmüşlerdir. Bir
gecede on dokuz kardeşini, sonra da öz oğlunu öldüren Üçüncü Mehmet’in, para
denilen bakır, gümüş, altın parçalarını bulduğu yerde almasına yalnızca talan
deyip geçemeyiz. Kaldı ki, ikinci padişah Sultan Orhan’dan bu yana, modern
anlamıyla devletçidir de sizin devlet… Tersanelerini, baruthanelerini,
dökümhanelerini, madenlerini işleten, tarım topraklarının mülkiyetini elinde
tutan, bayındırlık işlerini, yol şebekesini, postayı, kervansaraylar sistemini,
okulları, üniversiteleri, merkezden idare edilen bütün imparatorluğa yaygın
yargılama örgütlerini, loncaları, hatta dini bile devletleştirip devletçilikle
yürüten, ana tüketim maddeleriyle besin maddelerini tekele alan, iç ticareti,
dış ticareti aralıksız denetleyen, pazarda fiyatları belli bir çizgide tutan
bir ekonomik sosyal örgütün ana özelliği talancılıkla belirlenmez. Bütün bu
işleri başarabilmek, kısacası toplumun var olabilmesini savunmak için sizin
devletiniz, sırasında, despot da olmak zorundadır. Sizin devlet merkezcilikten,
bürokratlıktan, hatta despotluktan vazgeçtim dese, siz bunalınca ayaklanır,
bunları geri getirmesini ister, hatta bunun için onu zorlarsınız…” dedi, Karlos
Çorbacı o gün bana, paşa emmi, aşağı yukarı…
Doktor Münir, içini çekerek sustu.
Cemil, dinlediklerini toparlamaya çalışıyor, Patriyot pek
bir şey anlamadığı halde, anlatılanların önemini sezmiş, açıklama bekler gibi
Halil Paşa’ya bakıyordu. Halil Paşa el yordamıyla paketi bulup bir cigara
çıkardı:
Çok önemli! Hürriyet naralarıyla gelip hemen despotluğa
başlamamızın nedenini açıklamış olmuyor mu gâvur?
Ben de üstünde çok durdum bu despotluk işinin… Orta Asya’da,
büyük şölenlerden sonra, çadır sahibinin karısını bileğinden tutarak uzaklaşıp
her şeyini misafirlerine yağmalattığı bir gerçek… Orhun Yazıtları’nda, hakanın,
“seni aç buldum doyurmadım mı, çıplak buldum giydirmedim mi?” dediğini de
biliyoruz. Demek ki, bizde devlet, böyle sorumluluklar yükleniyor. Bunları
başardığı sürece de, halkları, hadi, despotluğa katlansınlar diyelim. Ya
halkları yedirip giydirmekte, iç karışıklıklara, dış tehlikelere karşı korumada
devlet ödevini yapamaz olunca, despotluğa insanlar niçin boyun eğsin? Bak paşa
emmi, ben bizdeki bu anayasa, hürriyet çabalamalarını, zengin yetiştirme
debelenmelerini nereye bağlıyorum?… Osmanlılar, görmüşler ki, devlet fakirleşip
güçsüz düştüğünden eski ödevlerini, halklara karşı, artık başaramayacak…
Sorumluluğu, devletin üstünden atıp Batı’da olduğu gibi, sınıfların omzuna
yüklemek istemişler. Oysa Doğulu zengin başka, Batı’nın burjuvası başka… Bizim
zengin burjuvalaşamaz mı? Hayır! Devletin zenginleştirdiği, ister istemez
devletin emir eri kalır. Batılaşmak bunun için kurtaramadı bizi… Devleti
güçleştirmeye kullanacak yerde zengin yetiştirmede kullandık Batılaşmayı…
Devleti eskisi gibi her şeyden sorumlu hale getirmeye çabalasak, bunu
başarabilmek için, sırasında despotluğa kalkacak… Oysa, her şey kolayca tabu
olur Doğu’da… Bir şeyin tabu olması için anlaşılması değil anlaşılmaması
şarttır. Biz yüz elli yıldır hürriyet türküsü çağırıyoruz. Yerleşti bu türkü
memlekete… Kaldı ki verdiği sözü tutamayan, sorumluluklarını yerine getiremeyen
despotluklar halka zulmetme hakkını da, gücünü de nerden alacak? Bu sebeple
paşa emmi, Anadolu’da kuracağımız yeni Türk devletinin yaşamasını “Belki”ye
bağladım. Hem insanları çalıştırmak için zorlayacağız, hem de bunu aşırı
despotluğa kendimizi kaptırmadan yapacağız. Anladın mı, iş ne kadar çetin! “
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder