Yıldırım aşkı, bilinçli ya da bilinçsiz olarak içimizde
geliştirmiş olduğumuz ideal sevgili modelinin birdenbire karşımıza çıkmasıdır.
Acı saadetin bir nevi kefareti imiş gibi geliyor. Bir alev denizinden geçilerek
varılan vuslat, gerçek vuslattır. Ve artık yanarak değil, tüterek yaşıyorum.
Stendhal aşkı dörde ayırıyor : Birincisi gerçek aşk. Yani
amour-passion.Abelard Ortaçağın en büyük fikir adamlarından biri. Ve tabii
rahip. Talebesi Heloise’e tutulur. Genç kızın dayısı, Abelard’ı adamlarına
yakalatıp korkunç bir ameliyata tâbi tutar. Ama Heloise’nin Abelard’a karşı
sevgisi ölünceye kadar devam eder. Amour-passion bu.Bütün şartları yenen, fiziğe
aldırış etmeyen bir nevi communion.
İkinci aşk, Amour-goût. 18. yüzyıl Fransa’sındaki aşk. Bu
tabloda, gölgeler bile gül rengi. Nezaket, zerafet, kibarlık. Hırçınlık yok,
fırtına yok, öfke yasak. Yapılacak her şey önceden bilinir. Soğuk ve cici bir minyatür.
Amour-passion başımıza belalar açar, bizi tehlikelere sürükler, rüsva eder.
Oysa Amour-goût menfaatlerimizle çok iyi uyuşur. Bu zavallı aşkın da başlıca
desteği gurur. Koltuk değneklerine dayanarak yürüyen tuhaf bir aşk.
Üçüncü aşk, hayvani içgüdü. Yabaninin düşünceye vakti
yok. Onun için, aşkı tanımaz. Çiftleşir ve geçer. Dişisi bir dişi hayvandır.
Oysa hassas bir kadın bütünü ile sever ve ancak bütünü ile sevdiği zaman fiziki
hâz duyar.
Dördüncü aşk bir övünme vesilesi. Amour-vanitê. Başkaları
için sevilir, gösteriş için sevilir. Erkek, genç ve güzel sevgilisiyle fiyaka
satacaktır. Kadın, meşhur bir hergeleye sahip olmanın gururu içindedir. Bu,
aşka en az benzeyen aşktır. Hatta çok defa, fiziki bir zevkle de hallenmeyen garip
bir fuhuş.
Aşkın başlangıcı hayranlık. Kimbilir ne büyük mutluluk,
onun yanında olmak deriz. Sonra ümit, sevgilinin kemalatına dikkat kesilinir.
Ümit, en çekingen kadının bile gözlerinden okunur. Aşk belli eder kendini. İlk
kristalizasyon başlar. Aşkından emin olduğumuz bir kadını dünyanın bütün
güzellikleri ile süsleriz. Saadetimizi ballandırdıkça ballandırırız.
Beklemediğimiz bir anda harikulade bir armağana konmuşuzdur. Bizimdir veya
mutlaka bizim olacaktır. Onu yücelttikçe yüceltiriz. Ve kırık dal, Salzbourg
tuzlalarındaki gibi, bir kristal hevengi olur. Artık tabiat yalnız onunla
güzeldir. Bir yolcu, yaz günleri portakal bahçelerinin serinliğinden bahseder.
Hemen ah, dersiniz böyle bir bahçede onunla birlikte olabilsek.
Arkadaşlarınızdan biri, avda kolunu kırar. İçinizden geçen şudur : ne olurdu
benim kolum kırılsaydı, gelir, şefkatle tedavi ederdi. Onunla birlikte olduktan
sonra her acı mukaddestir.
Sonra ? Sonra şüphe doğar. Aşık hayranlıktan usanır.
Sahip olmak ister, emin olmak ister. İlgisizlik görür, soğuklukla karşılaşır.
Aşık, ümitlerinin hemen gerçekleşmediğini görerek kuşkulanmağa başlar. Kendini
başka zevklere verir, içer, gezer, okur. Ama görür ki ‘o neşe kalmamış
peymanelerde.’ Büyük bir felaket korkusu içindedir. İkinci kristalizasyon
başlar; beni seviyor. Evet, seviyor. Ve kristalizasyon, sevgilide yeni
cazibeler keşfetmeğe yönelir. Sonra yine şüphe canına okur, boğazına sarılır.
Nefesi kesilir; ve dehşet içinde kekeler: acaba seviyor mu ? Onsuz yaşayamam
diye tutturur, zavallı aşık, başka hiçbir kadın onun kollarında tadacağım
saadeti veremez bana, der. Bundan emindir. Bu emniyet, korkunç bir uçurumun
kenarındaki bu yol, yani saadetle bedbahtlık arasındaki bu gidiş-geliş, ikinci
kristalizasyonun önemini arttırır. Aşık şu üç düşünce arasında yalpa vurur :
1- Dünyanın bütün cazibeleri onda.
2- Beni seviyor.
3- Aşkından nasıl emin olabilirim ?
Bir vehme kurban gittiğini düşünmek, yani
kristalizasyonun kısmen de olsa bozulması aşık için acıların en büyüğü. İnsan
kristalizasyonun bütününden şüpheye düşer.
Aşkın doğması için minnacık bir ümit yeter. İki üç gün
sonra sönebilir ümit, ama aşk bir kere doğmuştur. Aşık felaketlerin acısını
tatmışsa, hassas ve hayalperestse, başka kadınlardan ümidi kesmişse, sevdiğine
karşı derin bir hayranlık duyuyorsa hiçbir bayağı haz, hiçbir gündelik eğlence
onu ikinci kristalizasyondan alıkoyamaz. Günün birinde sevgilisinin hoşuna
gideceğini tahayyül etmek herhangi bir kadınla vuslattan daha çok hoşuna gider.
Kadın bu devrede açıktan açığa hakaret etmedikçe, ümitlerini kırmadıkça
kristalizasyon devam eder.
Aşkın devamını sağlayan, ikinci kristalizasyon. Her an
sevmek veya ölmek heyecanı. Bu heyecan insanın içine kök salar. Kanına karışır.
Karakter ne kadar kuvvetli ise, vefasızlığa o kadar az kabiliyetlidir. Çabucak
teslim olan kadınlar için böyle bir kristalizasyon pek nadiren bahis konusudur.
İkinci kristalizasyondan sonra, yabancılar tuzlaya düşen dalı tanıyamazlar
artık. Dal, göremedikleri kristallerle süslenmiştir. Yahut onların meziyet
saymadığı meziyetlerle halelidir. Yalnız sevenin gönlü, sevilende sonsuz
meziyetler bulur ve görür.
Jurnal II / Cemil Meriç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder