1 Eylül 2012 Cumartesi

Cahit Koytak

“ışığın ve gölgenin dilini öğrendim,
rüzgârın dilini, 
yağmurun dilini; 
kuşları, çiçekleri, ağaçları anlayabiliyorum;
ve Tanrının onlarla
ne demek istediğini bana...

suların çağıltısını anlıyorum,
taşların sessizliğini,sazların iç çekişlerini…
ve bütün bunları damla damla seslere,
ritimlere,dizelere dökebiliyor,
tüylendirip,kanatlandırıp
turna sürüsüne,pelikan sürüsüne,
telkovan sürüsüne
katabiliyorum.

çatlayan, ufalanan,
yamaçlardan aşağı yuvarlanan,
parlayan ve göğeren kayaların,
uluyan bozkırın
ve mırıldanan kum tepelerinin,
sezebiliyorum, yerini Tanrının planında.
ve bulabiliyorum karşılığını, bütün bunların
yeryüzü oyununda,
büyük şiirinde, hilkatin.

Dağların yollarla konuşmasını;
Yolların uzayığ gitmesini
Münzevi yolcuların içinde;
Düşüncenin ayak seslerini,nal seslerini beyinde;
Ve çıtırtılarını kelimelerin
Kurtların,böceklerin çenelerinde
Seçebiliyor,çözebiliyor,defterime kaydedebiliyorum.

yazgının kullandığı bütün dilleri,
tekmil ağızları,şiveleri
okuyup anlayabiliyor,
aklımda tutabiliyorum;


bir tek kendi yüreğimin dilini,
bir tek onu...
ve Tanrının onunla bana
neler söylediğini,
neler söylemek istediğini
bir ömür boyu
gece gündüz uğraşıyorum,
çalışıyorum, didiniyorum
ama bir türlü sökemiyorum,
çözemiyorum,
anlayamıyorum,
konuşamıyorum!”

Cahit Koytak 

Hiç yorum yok: