31 Mayıs 2013 Cuma

Jurnal II /Cemil Meriç

15 Aralık 1974 OSMANLI TARİHİNİN MİRASI

Osmanlı tarihinin bugünkü Türk insanına mirası nedir?

Yarını inşa ederken tarihî vasıflarımızdan ne ölçüde faydalanabiliriz?

Maziden gelen temayüllerimize dayanarak nasıl bir istikbal inşa edebiliriz?

Başka bir tabirle Türk insanı kapitalizme mi sosyalizme mi yatkındır?

Osmanlı birçok unsurların mesut bir terkibi. Orta Asya’dan getirdiği biyolojik vasıflar: bir başbuğ etrafında toplanmak, gözünü daldan budaktan esirgememek, bir kelimeyle birçok göçebe medeniyetlerinde ortak olan: asabiyet. Bu temel seciye islamiyetle kaynaşınca büyük bir medeniyetin mimarı oldu. Osmanlı bu medeniyeti kurarken kendi kendini de inşa ediyordu. Tanzimata kadar, gerek İslâm’dan önceki, gerek İslâm’dan sonraki Türk insanının farikaları

1- fedakârlık,

2- devletle birleşme..

Adeta uzvî, bir kaynaşmaydı bu. Devletle din, dinle millet tek varlık halindeydi.

Bu tarih Batınınkinden çok farklı mıydı?

Batı tarihini, içtimaî sınıflar izah eder. Anahtarı ferdiyettir. Kişi, yalnızlığını lonca, kilise gibi bazı topluluklarda unutmağa çalışır. Fakat ya zalimdir, ya mazlum. Batıda millet yoktur. Yoktur çünkü Roma’dan itibaren sınıflar vardır.

Patrisyenler, plepler, köleler, feodal beyler, toprak köleleri, burjuvazi, proletarya.

Her milletin içinde birkaç millet vardır. Bugüne kadar böyledir bu. Osmanlı’da sınıf yoktur. Para bir tahakküm vasıtası değildir, bir hizmet vesilesidir. Batıda maddî güç yani iktisat, ezilen sınıflar için bir kurtuluş imâanıdır. Köleler (toprak köleleri) feodal beylerden para sayesinde hürriyetlerini satın alırlar.

Osmanlı İlay-i Kelimetullah için hayatını seve seve verir. Yani bağlandığı dava uğrunda hayatını istihkar eder. Avrupalı ancak yakın ve elle tutulur çıkarlar uğruna fedakârlık yapabilir.

Osmanlı, ülkesinin kapısını bütün insanlara açmıştır. Başka türlü düşüneni korur. Sadece hatasında ısrar ettiği için merhamet duyar ona.

Osmanlı istismar için ülke fethetmez, imar için fetheder.

Osmanlı’da adalet bütün müesseselerin belkemiğidir. Kısaca Osmanlının asırlarca gerçekleştirdiği içtimaî nizam bütün sosyalist ütopyaları aşan bir cennettir. Sosyalizmin istikbalde gerçekleştireceğini umduğu cemiyeti Osmanlı mazide gerçekleştirmiş bulunuyordu.

Osmanlı kapitalizmi yamyamlığına hiçbir zaman iltifat etmemiştir.

Osmanlı mizacı ile kapitalizm uyuşmaz. Bu itibarla yarınki cemiyeti inşa ederken kendi temayüllerimiz, yani tarihî mirasımız bahis mevzuu ise, kuracağımız cemiyet mutlaka sosyalizme benzeyen bir cemiyet olacaktır.

Kapitalizmin manivelası kârdır.

Osmanlıda kâr diye bir mefhum yok. Sonra kapitalizm pazar istihsalidir, pazar için istihsaldir, pazar için istihsal bazı ülkelerin hammadde pazarı haline gelmesini icab ettirir…

Mehmet Akif Ersoy

Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı?

"İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâk eder misin, Allah’ım?"
(A’râf Suresi 155. Ayetin bir kısmı)

Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
"Yandık" diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!
Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında,
Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında,
Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!
Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i,
En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i!...
Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın
Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın
Emvâci hurûş-âver olurken melekûta?
Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet,
Teslis ile çöksün mü bütün âleme zulmet?
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin,
Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in?
İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ!
Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm!
Suç başkasınındır da niçin başkası muhkûm?
Lâ yüs'ele binlerce sual olmasa du kurbân;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!

Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın...
Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın!
Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi!
Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
En kanlı senâatle kovulmuş vatanından,
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
Nâ-hak yere feryâd ediyor: âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!

Peyami SAFA

‘’Her aşık ve her şair ebediyen şüphe edecektir,çünkü zeka için inanmak ölümdür.’’

Aşk-ı Memnu / Halid Ziya Uşaklıgil

Kalplerimizde bazı illetler vardır ki vücudun tamamıyla ensicesine hulûl ettikten (dokusuna girdikten) sonra keşf olunamayan hafi emraza (gizli haslılıklara) mahsus bir nüfuz hıyanetiyle kendisini göstermeden, tahriplerini haber vermeden derunî (içten) bir yangın dumansızlığıyla yanar, yanar; bu bir ateştir ki mahiyetini bilmeyiz, vücudundan haber almayız, o yavaş yavaş, vazifesinden emin, devam eder; nihayet bir gün birden bire, bir hiç, bir dakikalık bir vukuf (anlama) bize gösterir ki kalbimizde bir yangın var. Nedir? Nereden doğmuştur? Bu yangın nasıl serseri bir rüzgârın kanatlarıyla düşerek orasını tutuşturmuş? Bilmeyiz…

19 Mayıs 2013 Pazar

Bir Facianın Hikâyesi / Cemil Meriç

“Ve Şeytan, Âdemoğlu’nu yüksek bir tepeye çıkardı. Arzın bütün ihtişamını gösterdi ona. Bu ülkeler benim, dedi. Onları dilediğime bağışlayabilirim. Bana secde et, bu nimetlerin hepsi senin.” Âdem, İblis’e boyun eğmedi ama çağımızın insanları secde ettiler.

Anna Karenina / Lev Nikolayeviç Tolstoy

Yoldan geçen iki yayaya bakarak, ''Nasıl da korkunç, anlaşılmaz, merak uyandıran bir şeye bakar gibi bana baktılar.'' diye düşündü. ''Biri, ötekine böyle ateşli ne anlatabilir? İnsan, hissettiklerini başkalarına anlatabilir mi? Ben de Dolli'ye anlatmak istedim, ama anlatamadım. Uğradığım felaket onu ne çok sevindirdi! Sevincini belli etmezdi, ama başlıca duygusu, beni kıskandığı tattığım hazlar yüzünden cezamı bulduğum için hissedeceği sevinç olurdu. Kiti daha da çok sevinirdi. Nasıl da içini okuyorum! Kocasına aşırı yakınlık gösterdiğimi biliyor, kıskanıyor, benden nefret ediyor, üstelik beni küçümsüyor.Onun gözünde ahlaksız bir kadınım, ama ahlaksız bir kadın olsaydım, isteseydim kocasını kendime âşık edebilirdim. Evet, bunu istedim de.''

Kar / Orhan Pamuk

’’Çoğu zaman Avrupalı aşağılamaz. Biz ona bakıp kendimizi aşağılarız.’’

Alper Gencer

yürüdün kınında kılıç yüreğinde aşk
dünya atlıların hışmına uğramış gibi toz ve duman
ortalık putlarla dolu İbrahim yorgun düşmüş olmalı
ve bu açıdan bakınca Yakup
kör olmakta son derece haklı
Yusuf doğuran bir kuyum yok
Davudi bir sesim yok Zebur söylemek için
İsa’nın yakışıklı alnından
kilise duvarlarına çakılan
grotesk bir çarmıh kaldı geriye
ve onca hikmetinden Musa’nın
kekemelik, israil’e…
Musa kekelerken oysa
söze şarkılar bahşeden bir sesi vardı
bunlar kekelerken havada
kurşun sesleri ve çocuk çığlıkları…
demem o ki Zülfikâr’a davranan elin
eksikliği hissediliyor şu an dünyada

17 Mayıs 2013 Cuma

Günceler / Franz Kafka

"Yoksunluğunu bir erdem yapıp çıkıyorsun."
"Birincisi, herkes yapıyor bunu, ve ikincisi, bu tam da benim yapmadığım bir şey. Ben yoksunluğumu yoksunluk olarak alıkoyuyorum, bataklıkları kurutmuyor, onun sıtmalı buharı içinde yaşıyorum."
"İşte sen bunu bir erdeme dönüştürüyorsun."
"Daha önce dedim ya, herkes gibi. Hem bunu yalnız senin hesabına yapıyorum; benim dostum olarak kalman için kendi ruhumun yaralanmasını kabulleniyorum."

Orhan Seyfi Orhon

Tereddüt

Sarahaten, aceba söylesem darılır mı?
Darılmak adeti, bilmem ki, çap...kının nazı mı?
Desem ki: “Ben seni...” yok dinlemez ki... hiddet eder.
Niçin? Bu sözde ne var? Sanki hiddet etse ne der?
Desem ki: “Ben, seni pek...” Ya kızar konuşmazsa?
Derim: “Bu çektiğim insaf edin, eğer azsa...?”
Desem ki: “Ben, seni pek çok...” hayır, kızar, bilirim;
Tereddüdüm, acebâ, hiddetinden az mı elim?
Desem ki: “Ben seni pek çok...” Sakın gücenme emi?
“Sakın gücenme, eğer anladınsa sevdiğimi”

Sosyoloji Notları ve Konferanslar/Cemil Meriç

İnsan düşüncesi bir mirasın mahsulüdür. Medeniyetler arasındaki tek fark mirasyedi olmayan milletlerle, bütün ne­sillerin mirasları üstüste koyması ile yığılan medeniyetlerin farkıdır. Türk’ün en büyük bedbahtlığı, kendi mirasına konmayışıdır. Neolitik ihtilâl ve 19. yüzyılın sanayi inkılâbı da kümülatif medeniyetlerin mahsulüdür. Yani insan coğraf­yayı tarihleştirirken büyük emekler harcar. Fakat bu yığıl­ma olunca kantiteden kaliteye geçiş olur. Osmanlı İmpara­torluğu Hıristiyan dünyasının tek antitezi olmuş, sonra ma­zisinden vazgeçmiş ve âdeta 1923′de yeniden kurulmuştur.

Cemil Meriç’in 7 Aralık 1975′te, Mttb’de Yaptığı Konuşmadan alıntıdır.

Felsefemiz yoktur ve olamazdı. Tek parti devri belli bir reçeteyi tek hakikat olarak sunmuştu. Batı ideolojilerinin büsbütün tatsızlaşmış sahte ve sahtekâr formülleriydi bunlar. 1960′dan sonra setler yıkıldı, Avrupa’nın yeni batılları büyük bir kesafetle hücum etti. 1960′a kadar Türk intelijansyası batı hakkında hiçbir fikre sahip değildir. Tek parti devrinde Türkiye’nin bütün irfanı Hachette’e gelen kitaplardan ibaretti. Efendisinin ilaçlarını çalıp içen uşak rolünde idik. 60′dan sonra Batı düşüncesi taarruz etti. Hazırlığımız yoktu. Beynimiz küçülmüştü ve düşünemiyorduk. lntelijansya batının yalanlarını tekrarlıyordu. Sosyalist düşünce bütünü ile geldi. Hangi şartlar altında doğmuştu, düşünmedik. Genç nesiller bu düşünce akımı karşısında sarhoş oldular.

Edebiyat Üzerine Makaleler/Ahmet Hamdi Tanpınar

“Musiki giydirilmiş zamandır. Diğer sanatların hemen hepsinde tabiattan bir şey var. Musiki sadece alır; zaman gibi onu da her şeyle durdurabilirsiniz. Maddesizdir, sesten yani heyecanların en iptidai işaretinden yapılmıştır. Onun için daima iptidaidir. Düşünceyi değil, nabzı idare eder…” 

Beş Şehir-Konya/ Ahmet Hamdi Tanpınar


“Karşımda kandillerin titrek ışığında dönen, değişen, süzülen, adeta maddi varlıklarından ayrılan bu insanlar gerçekten aşk şehidi olmuşlardı ve gerçekten musaffa ruh halinde iki yana açık kolları ve rıza ile bükülmüş boyunları ile döne döne Semavata çıkıyorlardı. Akşam semada gördüğüm insanları ertesi sabah çarşıda, pazarda, işlerinin başında ve bir talebemi lisede karşımda görünce hakikaten şaşırmıştım. Onları ben arkalarında esen Rast’ın sert rüzgarında uçup gitmiş sanıyordum. Bu, ölen ve ertesi sabah dirilmenin sırrını bilen insanların arasına katılmadığıma, o neşveyi bulamadığıma şimdi bile içimde üzülen bir taraf vardır.”

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Umrandan Uygarlığa/Cemil Meriç



Üstâd, şakirdi Eskülab'a şöyle demiş: 

"Ne düşüncelerimizle tasavvur edebiliriz Tanrıyı, ne dilimizle ifade edebiliriz. Bedeni olmayan, görünmeyen, şekli olmayan, duyularla kavranamaz. Ezeli'yi kısa bir zaman ölçüsüyle anlatabilir misin? Kısaca, Tanrı ifadeye sığmaz. Evet, Tanrı bazı sevgili kullarına, tabiî olayların üstüne yükselmek ve mutlak kemâlinin bazı pırıltılarını görmek mazhariyetini verebilir. Ama bu kullar ruhlarını ürperten madde dışı tecelliyi herkesin kullandığı dille anlatamazlar. Gözlerimizin önünden Kâinattaki hayatın suretileri gibi geçip giden yaratışın ikinci derecedeki illetlerini açıkhyabilirler insanoğluna. Ama illet- ûlâ hep gizli kalır. Onu ancak ölümden sonra idrak edebiliriz."

Mağaradakiler/Cemil Meriç

"Türk aydını her mevsim bir başka meçhulün sevdalısı. Geçen asrın ortalarında ıslahatçıdır, sonra ihtilâlci olur, sonra inkılâpçı..."

Bedri Rahmi Eyüboğlu

Sevda Üstüne

Bütün kitapları yakmalı
Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır
Kitaplara göre insan
Karanlıkta yüzüne bin mumluk lamba tutulmuş
Gözleri, yüreği kamaşmış insandır
Aptaldır, hastadır, kahramandır
Bütün kitapları yakmalı
Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır
İçinde bir tek suret yaşayan yüreğe
Yürek mi derler
Bir tek yaprak veren dalın boynun burarlar
Bir tek meyve veren dalı keserler
İnsan dediğin bir buğday tarlası gibi olmalı
Esti mi rüzgar bir değil milyonlar için esmeli
Bir tek meyve veren dalı kesmeli
İnsan dediğin derya misali
Üstünde milyonlarca dalga
İçinde kıyametler kopmalı
İnsan dediğin derya misali
Uçsuz bucaksız olmalı.
Gel çıkalım sevgilim gel
Gel kurtulalım birler hanesinden
Çekelim gidelim bir uçtan uca
Açalım yüreğimizin kapılarını sonuna kadar
Sevelim sevelim sevelim
Sevebileceğimiz kadar

Yaşam Ve Yazgı / Vasili Grossman

“Her gün, her saat, yıldan yıla insan olma, iyi ve dürüst olma hakkı için mücadele etmek gerekir. Bu mücadelede gurur da, kibir de olmamalı, bir tek alçak gönüllülük bulunmalı. Ama eğer o çaresiz an gelip çatarsa insan ölümden korkmamalı, insan olarak kalmak istiyorsa korkmamalı.”

İsmet Özel

Kan Kalesi 

Elbet bir hinlik vardım seni sevişimde
ey kanıma çakıllar karıştıran isyan
saçlarıma bin küsur yalnızlığı takıp girdiğim şehre
insan varlığımızdan tuhaf tohumlar bıraksın
günü geçmiş bir gazete, toprak bir çanak
bir daha gelmem belki diye bir not bakır maşrapanın yanında
şeytanlar da yürür benimle herhal ıslık çaldığım için
bir şahan tüylerini döker arımsıra
artık bırakılmaktan yapılma bir adam sayılırım
böğrümde kambur çocuklardan bir payanda.

Gizemli bir dehliz gibi şehri dolaşıyorum
sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya
her yerimde urlar çıkıyor, biraz kürt, biraz köylü, biraz makina
kangren oluyorum bahar geldiği için
urlarımı kesiyorum kör bir usturayla
ama kopmuyor onlar ve bana şehri dolaştırıyor
bırakabileceğim herşeyi bıraktırıyor bana
kızlardan geçilmiyor köprüler, ayak bileklerime dek
yükseliyor kız tortuları
tülbentlerden kanı süzülürken körpe yavruların
bir bazı şeyler bulmalı yüzümüze tebelleş olan bu korkuya
- Avluya çık
- Avluya kara bir şey bırakılmış
(bir bomba)

Kulaklarımız alışmıştı tıpırtısına yağmurun
şehre sıkıntının rahatlığı basmadan giriyorduk
filimler üç günde bir değişiyordu
bense ikircikliydim ama korkmuyordum
polis olan babamla tatil arasında uçuşup duruyordum durmadan
urlarım yoktu, suçum yoktu
ve beyaz kuşlar kalkardı anamın hırkasından
şehre karışmayan bir dehliz değildim
sevinçle kovalıyordum kendimi
bunları ansımak başımı döndürüyor bazan
elbet bir hinlik vardır seni sevişimde
ey kanıma çakıllar karıştıran isyan.

Azan bir hevestir artık tanyeri
söküp gövdesinde bir cehennem parçalamak ister insan
şehrin defterini dürüp uzanmak ister yanına
üstümüzü kuş sesinden bir lekeyle örtmeli
umudumuzu kapamaya gelen makinaları
bütün çirkefini şehrin çarptırıp aşkımıza
solumak gece
terlemek gece
gece çarşaflara...
Açıklanacak, belletilecek olan belki
milat öncesi ve sonrası lakırdıları
karışık banka hesapları, navlun
yani öylesine açık değil pek
hatta
- şehir mi, değil mi burası -
kötürüm bir kurt çantamı karıştırıyor
neden karıştırıyor, ne hakla
direnmeler, erzurumlar, kalfalar
gecenin ipini koparan gece safaları
- Var mısın yok yere ağlamaya… Ki bir sis
yanık bırakılmış bir fısıltı
şehri sarıyor, bir dehliz olan bana ulaşamıyor ama
herkesin içinde iğdiş bir bahar
bacakları eriyor memurların, evkızlarının
ve saat 24 vardiyasının işçileri
inmiyorlar ocaklarına.

Yufka mıdır
yufka mıdır benim bakışım dünyaya
ki acılarıyla başlatırım insanları
derimi yalayarak geçen mevsim
beni alır şehirden yıpranmış bakışlarla
her askere gidenin, her tören yorgunun
kondurur kemerinin kaşına.
Böylece ben, o küskün, o karışmayan dehliz
koca bir tomruğu yüklenirim arkadaşlarla
koca bir tomruğu kaldırıp kaldırıp
kümbetlere, bitkinliğin bordasına...

Kanın çığrından çıktığı saattir bu
memelerini bana sıkıca bastırdığın
hercai bir yürek somurtkan kepenklerin ardında
şehri acıtan çocukluğumuza değdikçe
biz seviştikçe bizi acıtan
kukumav kuşları, manilerle dolu bir yatak
zaç yağı şişeleri kocaman.

Sen şimdi sevincimin akranısın
ey kanıma çakıllar karıştıran isyan
doğrusu seni toprağı eller gibi sevdim
yaralarımı onduranımsın
yatağımı hiç boş bırakmayan...
Yüzümü ellerimle yine kapayayım mı?
bekçi karısının belaltını mı anlatayım insanlara
yoksa onlara bilinmez bir toprak mı adayayım
değil
partizanlığım dalaşmak istiyor anla
bu sarsak hırgürüyle dünyanın
dalaşmak dalaşmak dalaşmak
böylece aşk akranım oluyor benim
ey bayırdan ve yokuştan uzaklara
ey çırpınan bir geyiktir memelerin
kanın ısırgan otları gibi aklımda.

(1966

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Işık Doğudan Gelir/Cemil Meriç

"Kitaplarda, çalışan insanların izlerini ararız. İzlerini ve derslerini.

Böyle bir düzene uymak istiyoruz. Çünkü muhatabımız mutlu bir azınlık değil, geniş kalabalıklardır. En vasıflı kimselerin fetihlerini çoğunluğa sunmak istiyoruz. Ciltlerimiz şu veya bu ilmin, şu veya bu sanatın veya mesleğin adını taşımayacak. Ortalama bir tecessüsün rasyonel gelişmesi ile birbirine bağlanan bir problemler grubunu kucaklayacak ...

Tasavvurumuz şu: Bir bilgi ve aksiyon aleti inşa etmek, tarafsız bir sentezi dürüst tahlillere dayatmak, ilmin bu güne kadar güç ve ümit olarak topladığı ne varsa, mümkün olduğu kadar geniş bir biçimde insanlığın ortak malı haline getirmek. Teşebbüsümüze ansiklopedi adını verdik. Bu isimle hem bir temayülü belirtmek istiyoruz, hem de ilham aldığımız tarihi örnekleri. Bergson, 'yeniyi ancak eskinin yerini aldığı ölçüde kavrayabiliriz' diyor.

Biz de cesaret ve sorumluluğumuzun şuuru İçinde böyle bir işe kalkışıyoruz."

Saatleri Ayarlama Enstitüsü/Ahmet Hamdi Tanpınar

Nuri Efendi sık sık, “Ayar, saniyenin peşinde koşmaktır!” derdi.
Halit Ayarcı’yı pek şaşırtan sözlerinden biri de bu olmuştu:

- Düşün Hayri İrdal, düşün aziz dostum bu ne sözdür? Bu demektir ki, iyi ayarlanmış bir saat, bir saniyeyi bile ziyan etmez!Halbuki biz ne yapıyoruz? Bütün şehir ve memleket ne yapıyor?Ayarı bozuk saatlerimizle yarı vaktimizi kaybediyoruz. Herkes günde saat başına bir saniye kaybetse, saatte on sekiz milyon saniye kaybederiz. Günün asıl faydalı kısmını on saat addetsek, yüz seksen milyon saniye eder. Bir günde yüz seksen milyon saniye yani üç milyon dakika; bu demektir ki, günde elli bin saat kaybediyoruz.Hesap et artık senede kaç insanın ömrü birden kaybolur. Halbuki bu on sekiz milyonun yarısının saati yoktur; ve mevcut saatlerin çoğu da işlemez. İçlerinde yarım saat, bir saat gecikenler vardır.Çıldırtıcı bir kayıp... Çalışmamızdan, hayatımızdan, asıl ekonomimiz olan zamandan kayıp. Şimdi anladın mı Nuri Efendinin büyüklüğünü,
dehasını?.. İşte biz onun sayesinde bu kaybın önüne geçeceğiz. İşte enstitümüzün asıl faydalı tarafı... Muarızlarımız istediklerini söylesinler. Biz bu cemiyette en mühim işi yapıyoruz. Derhal büyük ve sıhhatli bir istatistik hazırlayın ve broşürleri bu hafta sonunda basalım... Daha doğrusu onu ben hazırlarım. Bu kadar mühim işi hiç kimseye veremem... Fakat siz de Nuri Efendinin hayatını anlatan bir kitap yazın. Şöyle Avrupalıca bir kitap. Bunu yalnız siz yapabilirsiniz ve vazifenizdir de... Bu adamı dünyaya tanıtmalıyız.

Bu kitabı yazamadım. Daha faydalı olması, müessesenin politikasına daha fazla yardım etmesi için onun yerine aynı fikirleri ve malzemeyi kullanarak Ahmet Zamanî Efendi’nin Hayatı ve Eserleri’ni yazdım. Acaba bu ustama bir ihanet midir?

İslâm/Sezai Karakoç

Kelime-i Şehadet, bir simsek gibi insanın gönlündeki kara ağacı deviren,onu nurlara boğan, gönüllere aydınlık bir gökyüzü, billurdan bir çeşme koyan, ilâhi kılıçtır.

İrtica Elden Gidiyor / İsmet Özel

Türkiye'nin ve kültür değişikliğine zorlanmış diğer ülkelerin yeni dokunulmaz değerleri yabancı bir güç tarafından empoze edilmiştir. Böylece bu ülkelerde öz yapının gerçek dokunulmazlıkları kolayca dokunulabilir hale geldiği halde,toplum içinde insanların varlığı ile yokluğu arasında büyük bir ayrım gözetmediği değerler yapay bir dokunulmazlık perdesiyle korunmaya alınmıştır. Böylece halkın inançlarına saygı göstermeden yaşamak ne kadar kolaysa,halkın inançlarına saygısızlık gösterenlere dokunmak o kadar zordur.

2 Mayıs 2013 Perşembe

Kırk Ambar cilt 1 / Cemil Meriç

Hümanizm insan haysiyetine saygı, insana tabiat içinde istisnai bir değer vermekse, İslamiyet tek gerçek hümanizmdir. 


Erdem Beyazıt

Ölüm bir melek elinde gelir…
Ve öper usulca çocuk yüzleri.
Belki bir gün kurtuluruz
Karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgârlarla
Kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde
Çocuk gibi bakalım mavi sulara
Şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz
Sislerden dumanlardan yollara atılan
Mısır koçanlarından
Belki tutarız bir gün belki kurtarır bizi
Simsiyah saralım bezlerle dağları rüzgârları
Gül bahçeleri ağlasın
Dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın
Kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde.
Haydi, sığının şehirlere
Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze
Kalsın titrek ve mavi elleriniz
Bekleyin geliyor ölüm usulca
Usulca girer koynunuza.

Yahya Kemal/Ahmet Hamdi Tanpınar

"Teklif ettiğimiz şey bir bakıma, Fransa'da Birinci Cihan Harbi'nden evvel Barrés'in ve arkadaşlarının yaptığına az çok benzeyen, fakat realitelerimizden gelen mühim farklarla ondan ayrılan yeni ve tarihçi bir milliyetçilikti..."