16 Ekim 2012 Salı

Yarınki Türkiye / Nurettin Topçu

"Garbın, Sokrat'tan işe başlamasına karşılık biz Kur'ân'dan işe başlamalıyız. Rönesansımızın ilk ve ana kaynağı Kur'ân olacaktır." 


"YÛSUF suresi, 40. ayeti" tefsiri

“Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”


Beş Şehir/ Ahmet Hamdi Tanpınar

"İnsan kaderinin büyük taraflarından biri de, bugün attığı adımın kendisini nereye götüreceğini bilmemesidir..."


Abdullah Efendinin Rüyaları / Ahmet Hamdi Tanpınar

"Geniş dediğimiz dünya bazen insan için zannedebileceğinizden çok daha fazla darlaşır ve zaman çıkrığı çoğu kez hiç istemeyeceğimiz bir şekilde döner..."


Kale / Sezai Karakoç



Senin ruhun Tanrı'nın gizli kalesidir.Gece gündüz gözünü kırpmadan onun bekçiliğini yapmalısın.Kem gözlerden saklamalısın sırrını.Yılanların zümrüt gözleri, temmuz sıcağında, seni albeni tuzağına düşürüp, aşırmasınlar mücevherini...

Aklın bir kılıç olsun, duygun bir kalkan, bilgin de bir zırh.Göze görünmez şer çerisine karşı bunlarla donanmış olarak, ruhuna yaban kişilerin ellerini değdirmemeleri için savaş. Her yandan hisar ve burçlarına sızmaya çalışacaklardır ruh iç kalesinin düşmanları...

Ve bu düşmanların paravanası olanlar; şu veya bu planda onlarla anlaşmış,uzlaşmış,barışmış olanlar.Maskeyle yüzün doğal derisi arasındaki belirgin fark gibi, bunlarla gerçek dava erleri arasında da net bir fark vardır.Bu farka, sezgini geliştirerek erebilirsin. Ruh kalendeki hiç bir taşı, hatta kerpici hor görme.Onları yabancıların altından yontma yapı taşlarıyla bile değişme...

Asıl altın senin taşında, senin kerpicindedir. Kaleni dıştan olduğu kadar, hatta daha fazla, içten onar.Dayanaklar ve desteklerle güçlendir. Çeliğine su ver boyuna. Temellerini süreklice gözden geçir. Kalenin kalbini gökyüzüne bir ayna gibi tut. Aynadaki işaretler sana istediğin haberleri verecektir.Pencerelerini yalnız günışığına aç kalenin.Yalnız güneşe aç. Yalancı ve yapma ışıklara ihtiyacı yok odalarının...

Kale kapısına getirilmiş yabancı bal ve çiçekleri geri çevir.Zehirlidir onlar. Sen bahçendeki çiçeklere ve o çiçeklerin üzerinde dolaşan arıların biriktirdikleri bala bak.Asıl bal o bal, asıl çiçekler o çiçeklerdir...

Erzurumlu Emrah

Dedim dilber didelerin ıslanmış 
Dedi çok ağladım sel yarasıdır 
Dedim dilber ak gerdanın dişlenmiş 
Dedi zülfüm değdi tel yarasıdır 

Dedim dilber sana yazılmış kanım 
Dedi niçün böyle edesin sultanım
Dedim teşne vermiş ince miyanın
Dedi ben sarıldım kol yarasıdır


Dedim seni saran serini vermiş
Dedi beni saran murada ermiş
Dedim peri yanaklarının kızarmış
Dedi çiçek sokdum gül yarasıdır

Dedim dilber Emrah aklımı aldın
Dedi sevdiğine pişman mı oldun
Dedim dilber niçin sarardın soldun
Dedi hep çekdiğim dil yarasıdır

Erzurumlu Emrah

Bir nazenin bana gel gel eyledi 
Varmasam incinir varsam incinir 
Beyaz gerdanından ince belinden 
Sarmasam incinir sarsam incinir 

Kaşına çekilmiş kudret kalemi 
Görmemiş dünyada derd ü elemi
Her sabah her akşam verir selamı
Almasam incinir alsam incinir

Gene görünüyor yarin illeri
Başımızda esen sevda yelleri
Yarin bahçesinde gonca gülleri
Dermesem incinir dersem incinir

Nereden nereye sevmişim yari
Ateşi komuyor yakıyor beni
Aşık Emrah sever böyle bir canı
Sevmesem incinir sevsem incinir

Mevlana İdris

"Bana uymayan mevsimlerin sızısından
Bana uyan bir atla kaçarken sorardım neydi dünya
Neydi iplik iplik giyinmek kaderimi
Bir ıhlamur ağacını katmayı denerken saçlarıma
Günahı ve sevabı aynı umuda bölen şüphesiz saçlarıma
Bir tutam aşkla ıs
lanmış yüzün düşünce
Haritalara kilitlenmiş denizlerin büyüsüyle
Yanılgısına koşan çılgın kelebek
Sorardı kanatlarına yüzyılın dalgın suçunu
Kanat yanar kelebek düşer bitmezdi hayat
Bitmezdi papatyaların ve cama çizilmiş çocukların
Birşeylere dönüşmeyen kesintisiz devrimi

Büyük sorular gördüm büyük aynalarda
Bir ateşe düşmekmiş yaşamak bildim
Bütün kervanlar göçtü yükleri bendim.."

Mahur Beste / Ahmet Hamdi Tanpınar

Acımak, söylendiği kadar kolay bir şey değildi. İnsanın her tattığı şey, içinde bir bıçak gibi çalışıyordu. 


A'mâk-ı Hayâl / Filibeli Ahmet Hilmi

"Be hey divane!Sen aptallar ve alıklar gibi şu trajedi karşısında ezilip kalırken, ben aşkın ne olduğunu, ikilik yokken bir zatın kendini nasıl sevebildiğini düşünüyordum.Düşünüyordum ki ben, sen, hava, taş, demir hepsi bir şey iken, neden 
demir ağlamıyor, taş çıldırmıyor,hava yalvarmıyor da insan...Demir ağlamaz, dedim. Kim demiş?Demirle şu kadının ne farkı var?Öyleyse ağlayan kim,ağlamayan kim?Bak, şu kolunu ben büktüm.Ama senden başka olmasa kolunu kim bükerdi?Oysa bükülüyor.Niçin?İşte bu niçinin cevabı yok!"

CENGİZ DAĞCI - ANNEME MEKTUPLAR

''Anneciğim;

Hala anneciğim diyorum sana. Oysa ihtiyar bir adamım ben. Saçlarım ağardı çoktan. Değnekle yürüyorum sokaklarda. Görme yeteneğim de zayıf. İki yıl olmadı yeni gözlük alalı; gene de, duraklarda güçlükle görebiliyorum yaklaşan o
tobüslerin numaralarını. Gözlükçüye gidip şikayet ettim geçenlerde: gözlüğünüzde kusura falan yok; görme yeteneğiniz değişiyor sadece, diyor gözlükçü. Görme yeteneğim mi değişiyor, çevremde gördüklerim mi değişiyorlar, bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa, gözlerimde değişmeyen bir sen kaldın, Anne. Seni kırkbeş yıl öncesi gördüğüm gibi görüyorum hala. Kırk beş yıl! Herşey değişti bu kırkbeş yıl içinde...''

4 Ekim 2012 Perşembe

Puslu Kıtalar Atlası / İhsan Oktay Anar

Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör.
Kaf Dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Da
ha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy.
Gülleri ve bülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adam dünyanın kendisini hiç görebilir mi?

Mesnevi / Mevlâna

Âşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir. Âşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Tanrı sırlarının usturlâbıdır. Âşıklık, ister o cihetten olsun, ister bu cihetten…Akıbet bizim için 
o tarafa kılavuzdur. Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim… Asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, âciz kalır.

Güvercin Gerdanlığı / İbn-i Hazm

Kurtuba’da iken, Kayravanlı bir dostumla aşk üzerine sohbet ediyorduk. Bana :

- “Sevdiğim benden kaçıyor ve hatta benden iğreniyor ise ne yapmalıyım ?” diye sordu. Ben:

- “Sürekli karşısına çıkıp zorlamalısın. Belki gönlü
nü yatıştırabilirsin” dedim.

- “Hayır dedi ben tam aksini düşünüyorum. Onu kendime tercih ederim. Benim yüzümden rahatsız olmasını istemem.”

- “Bense dedim, ancak kendi nefsim için severim.”

- “İşte dedi, tam bir mantık zulmü. Ölümden daha güçlü olan şey bize ölümü göze aldırandır. Candan daha kıymetli olan canın kendisine feda edildiği şeydir.”

- “Kendi isteğinle sevdiğinden uzaklaşmak kınanacak bir durum. Kendi canına kendi elinle zarar vermiş olmuyor musun ?”

- “Sen kıyasçı bir adamsın dedi. Aşkta kıyasa yer yoktur.”

- “O zaman aşığın başı büyük bir derttedir” dedim.

- “Aşktan daha büyük bir dert var mı ki ?” dedi.

Güvercin Gerdanlığı / İbn-i Hazm

“…aşk göz açtırmayan bir derttir. Bu derdin ilâcı, acısıyla orantılı olmasıdır. Bu öyle bir hastalıktır ki, hasta zevk alır. Öyle bir acıdır ki dert sahibi arzu eder. Bu derde kim uğrarsa artık iyileşmek istemez. Acı çeken ise, bu acıdan ku
rtulmayı dilemez. Aşk insana, vaktiyle iğrendiği şeyleri süslü püslü gösterir. Kendisine zor gibi gözüken şeyleri kolay gösterir. Doğuştan olan huyları ve doğal eğilimleri değiştirecek kadar ileri gider.”




Sezai Karakoç

Yetiş ayağının tozu olduğumuz peygamber
Yetiş her zaman diri olan varlığınla
Yetiş yak lâmbamızı
Yetiş aydınlat karanlığımızı
Yetiş yeşillendir çöllerimizi
Yetiş dirilt insanımızı
Seni sevenin ismiyle yetiş bize
Yetiştir bize
Günahlarımızı kül edecek ateş harmanını
Verim yağmuru insin ülkemize
Mekke’ye Medine’ye Şam’a
Kudüs’e Bağdat’a İstanbul’a
Semerkand’a Taşkent’e Diyarbekir’e
Yetiş Peygamber imdadı yetiş
Yetiş Allah’ın izniyle
Yetiştir erlerini
Diriliş bayraklarını taşıyan
Şehit gömleklerini peşin giymiş
Ateşten, sudan geçer gibi geçen
Allah önünde her varı yok gören
Dağların üstünde erip
Kentlere şafaklar gibi ağan
Küçük askerlerini
Gül diksinler diye yeni topraklarına
İnsanın ta gönlüne
Yetiştir erenlerini
Allah’ım

Sezai Karakoç

Sezai Karakoç


ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla
tırmanmışlar surlarıma burçlarıma
kimi ırmaklardan yansıma
kimi kayalardan kırpılma
kimi öteki dünyadan bir çarpılma
içi ölümle dolu
dönen bir huni
doğarken güneş
kesilmiş ölü yüzlerden
bir mozayik minyatürlerden
dokunur tenimize
soğuk bir azrail ürpertisiyle ay
ve birden senin sesin gelir dört yandan
menekşe kokulu sütunlardan
komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan
gözlerine ait belgeler sunulur
ey aşkın kutlu kitabı
uçarı hayallere yataklık eden
peri bacalarının yasağı
gönlümün cellâdı acı mezmur
bana bıraktığın yazıt bu mudur?
ölüm geldi bana düğün armağanın gibi
senden bir gök
senden yıldızlar ördüler
ateş böcekleri
o gece dört yanıma
ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı
sen bir anne gibi tuttun ufukları
ve çocuklar gülle anne arasında
seninle güller arasında
tuhaf bir ışık bulup eridiler
çocuklar dağ hücrelerinde erdiler
aramızdaki sırra
bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar
gençlik monologları
seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından
bana getiren
yasamız vardı
öfkeyle yazardın sen bir yüzüne
ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben

Sezai Karakoç