28 Eylül 2012 Cuma

Yaşadığım Gibi / Ahmet Hamdi Tanpınar

"Aşk, ruhun ebediyete doğru yaptığı geniş hamlede kendi kendisini ikrarı, zamanı yenmek için insan iradesinin muhtaç olduğu teksif kudretine ve iradeye erişmesidir; ölüm bu merhalede bir kemalin,bir tamamiyette bekçisi olur... ”

Şair Veysel ÖKSÜZ

Rengi yâkut, lemsi âteş gonce femler görmüşüz
Yâre dert, ağyâre dermân çok sanemler görmüşüz
Mest olur yâdıyla yârân, özge demler görmüşüz
Hayli şeb encümden efzûn câm-ı Cemler görmüşüz
Bezm-i Cemden sonra subh-i muhteşemler görmüşüz

Seyre dalmış gül görüp gülşende lâl olmuş hezâr
Besteler nakletti hûblar meclisinden rûzigâr
Teşnedir bir lâhza ayrılmaz çemenden cûy-i bâr
Hüsn ü Aşk iklîminin feyziyle sermest-i bahâr
REng ü bûy eksilmeyen bâğ-ı İremler görmüşüz

Binde birdir şimdi dilden yâr için zâr eyleyen
Kendisin inkâr eder hep aşkı inkâr eyleyen
Ehl-i dil olmak gerekdir meyl-i dildâr eyleyen
Meyle Hâfız, neyle Mevlânâ’yı tezkâr eyleyen
Pür-terennüm kişver-i Rûm ü Acemler görmüşüz

Duymuşuz gurbette sessiz canhırâş feryâdlar
Zâhiren şen, bâtınen âh eyleyen nâ-şâdlar
Çâresizlikden içip berbâd olan âbâdlar
Şûh Şîrinler yüzünden dağ delen Ferhâdlar
Aslıhanlardan yanan âşık Keremler görmüşüz

Gül niyaz eylerse âşık andelîb olmaz mı lâl
Keşf-i esrâr eylemek ey dil mehabbetsiz muhâl
Aşkı anlatmazsa Öksüz, bunca tahmîs kîl ü kâl
Zikre lâyık bahsi ancak zevkıdır ömrün Kemâl
Gerçi tâli’den nihâyetsiz sitemler görmüşüz





Nabinin gazeline Yahya Kemalin Yaptığı Nazireye
Veysel Öksüz’ün Tahmisi

27 Eylül 2012 Perşembe

Gölgesizler / Hasan Ali Toptaş

’’...hepsi alışmıştı yokun varlığına. Onunla yaşaya yaşaya o olmuşlardı ya da, ona tenlerinin rengini, seslerini, kokularını vermişlerdi. Böylece nefeslerini bile günden güne yoka ayarladıklarını hiç kuşkusuz fark edememişlerdi. Ola ki, birbirlerinin yok olduklarını da bilmiyorlardı.’’

Hayati İnanç


Etrafı, dünyayı ve hayatı doğru okumaktır bütün mesele. Böyle söylüyor kalem ve kelâm ehli. Israrla, ayrı ayrı açılardan bakarak dünyanın geçiciliğine işaret ediyor. Diyor ki; dünya hayatı bir uykudan ve hayâlden ibarettir. Tut ki hayâlinde sultan oldun, tut ki hayâlinde dilenci oldun. Uyandığın zaman ikisi de geçici olacağına göre ele geçmiş olan her şey sonsuz ve hakiki hayata başladığın zaman rüya hükmüne gireceğine göre ne diye gam çekersin.

Geç gelir tez gider deyû safa çekme keder
Âlemin hâli budur böyle gelir böyle gider

İçinde bulunduğumuz dünya hayatında safa geç gelir tez gider. Hâlbuki elem sıkça uğrar biraz da zor gider. Dünya hayatının tabiatı o, çünkü ta işin başında “çamurumuz karılırken yağan kırk günlük yağmurun otuz dokuzu gam biri neşeydi” diye takviye ederler manayı.

Göz yum cihâna aç gözünü dem gelir geçer
Sen göz yumup açınca bu âlem gelir geçer

ve şöyle devam eder;

Âdem oğlu âleme üryan gelir üryan gider
Nâle vü efgân ile giryân gelir giryân gider

İnsanoğlu dünyaya giyinmemiş olarak gelir ve öylece gider. Ağlaya ağlaya gelir ve yine ağlaya ağlaya gider. Aşağı yukarı aynı anlamda:

Hemân ağlayı geldim âleme ağlayı gittim ben
San ol nilüferim kim suda bittim suda yittim ben

Yani gelirken de giderken de dökülen göz yaşlarına işaret eder ve der ki; hani nilüfer çiçeği vardır ya suyun içinde doğar ve yine oracıkta ölüverir. İşte ben de geldiğimde yıkandım giderken yıkandım, suda bittim suda yittim.

Anlamlarının çözülmesi bir miktar daha zor gibi görünen Sâbit merhum da beytinde şöyle söyler. İçinde bulunduğumuz dünya hayatında sabırlı olmak gerektiğinde çok güzel işaret etmektedir.

Sunar bir câm-ı memlû bin tehî peymâneden sonra
Döner vefk-i murâd üzre felek amma neden sonra

Üst üste belki bin tane boş kadeh gelir. Arkasından bir dolu kadeh sunar şartlar, etraf , hayat. Ve senin mûradına uygun döner felek amma neden sonra. Sabra işaret eder. Güzelce sabretmek lazımdır, beklemek lazımdır. Dünya gamhânedir. Burada talebi çoğaltmamak lazım, emeli çoğaltmamak lazım. Çünkü ecel, emelin önündedir.


26 Eylül 2012 Çarşamba

İsmet Özel/ Taşları Yemek Yasak


Ancak şuna dikkat et: İnsanlar arasında adet haline gelmiş öyle davranışlar, öyle alışkanlıklar vardır ki, bunlar insan için tıpkı taş yemek gibidir. Eğer zararı bakımından düşünürsen taş yemekten çok daha büyük tahribat yapan işlerdir bunlar. Bunlar taş yemek kadar budalaca, insanın öz niteliklerine yabancı tutum ve davranışlardır. Eğer insanlar acınacak haldeyse, insanlar arasında zulüm, haksızlık, merhametsizlik, yozlaşma ve ihanet hüküm sürüyorsa bunun sebebi insanların sanki taş yermişçesine yedikleri bunca nesneden, taş yemeye mümasil tavırlarından doğmaktadır.

Taşları Yemek Yasak / İsmet Özel


İnsanın taş yemeye ihtiyacı yok diyorsun. Öyleyse şunu düşün: İnsanın ihtiyacı olandan fazlasının elinde tutması kendisi için taş gibidir. Bu yalnız mallar, servet, güç gibi nesnelerde geçerli değil. Merhamet, şefkat, tevazu gibi şeyler için de böyle. Bilgi için de böyle. Eğer herhangi bir şey insanların istifadesine açıksa ancak istifade edildiği kadar o “şey” olur, o şeyden istifade edilmezse artık o taştır ve gerçekten onu istifadeye konu etmeksizin kullananlar taş yemiş olurlar. Sana yaramıyorsa bırak başkasına yarasın. Sana yaramadığı halde sende olan hem senin hem başkasının aleyhinedir. Taşları yeme, taşları yemek yasak.”

25 Eylül 2012 Salı

Hafız-i Şirazi Divanı; 316. Gazel


Saçlarını rüzgarda savurma, beni berbad etme
Naz edip de varlığımı kökünden sökme

Şehre şöhret olma, beni divane edip dağlara düşürme
Şirin işvelerini gösterip beni Ferhat’a çevirme

Ellerle mey içme, ciğerim delip meyden kızıl kanatma
Yüzün benden çevirme, feryadımı göklere yükseltme

Zülfün döküp beni mahvetme, lülelerine mahkum etme
Çehreni o kadar güzelleştirip de beni berbad etme

Güller açsın yanağında, vazgeçeyim gülden
Boyunu göster de geçeyim servinin seyrinden

Dostken el olup beni kendimden geçirme
Ağyarın gamıyla gamlanıp beni kederlendirme

Zülfün döküp beni mahvetme, lülelerine mahkum etme
Çehreni o kadar güzelleştirip de beni berbad etme

Saçlarını rüzgarda savurma, beni berbad etme
Naz edip de varlığımı kökünden sökme.


Fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni / Şeyh Galib

Fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni 
Böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni 
Ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek 
Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni 

Bend-i peyvend-i dilim ebrû-yı gaddârındadır
Rişte-i cem'iyyetim zülf-i siyeh-kârındadır
Hastayım ümmîd-i sıhhat çeşm-i bîmârındadır
Bir devâsız derde oldum mübtelâ sevdim seni

Ey hilâl-ebrû dilin meyli sanadır doğrusu
Sûy-i mihrâba nigâhım kec-edâdır doğrusu
Râ kaşından inhirâf etsem riyâdır doğrusu
Yâ savâb olmuş veya olmuş hatâ sevdim seni

Bî-gubârım hasret-i hattınla hâk olsam yine
Sıhhatim rûh-i lebindendir helâk olsam yine
Tîğ-i gamzenden kesilmem çâk çâk olsam yine
Hâsılı beyhûde cevr etme bana sevdim seni

Gâlib-i dîvâneyim Ferhâd u Mecnûn'a salâ
Yüz çevirmem olsa dünya bir yana ben bir yana
Şem'ine pervâneyim pervâ ne lâzımdır bana
Anlasın bîgâne bilsin âşinâ sevdim seni

Şeyh Galib

Açıklaması

Bırakmayacağım seni yüz bin keder versen de bana— aşığım ben sana
Kaderin kalemi böyle yazmış alnıma—aşığım ben sana
Sözümden dönmeyeceğim dokuz tane gök kubbesi dönse bile
Şahidim olsun gökyüzü ve yeryüzü aşk yeminime—aşığım ben sana

Kalbimin üstündeki zincirler senin gaddar kaşlarından
Beni bağlayan ip senin kıvrılmış siyah kâkülünden
Hastayım, tek sağlık umudum senin baygın gözlerinden
Bir çaresiz derde düştüm — aşığım ben sana

Ey hilal kaşlı yeni ay gibi, kalbimin dönüşü sanadır doğrusu
Mihraba bakarsam eğer, o yalnız gözlerimin köşesindendir doğrusu
Kaşının ‘râ’ sından geri dönseydim eğer o ikiyüzlülük olurdu doğrusu
Aldırmam bu yanlış olmuş, ya da doğrusu— âşığım ben sana

Tozsuz toprak olurum yanağındaki kuş tüylerine hasret çekerek yine
Eğer kırıp dökülseydim bütünüyle, konuşurdum senin yanağından ve dudağından yine
Kırılsaydım ortadan ikiye, koparmazdım kendimi senin bakışının kılıcından yine
Ey sevgili bana boşuna işkence etme — aşığım ben sana

Deli Gâlib’tir adım selam olsun Ferhâd’a ve Mecnûn’a!
Yüz çevirmem ben senden dünya olsa bir yanda, ben bir yanda
Pervaneyim kandiline, ne gereğim var benim umutsuzluğa?
Hem yabancı anlasın hem de dost bilsin bu gerçeği— aşığım ben sana

http://okumakayrcalktr.blogspot.com/

             Ölüm Ne, Ayrılık Ne?

 Aşk kalbe giren misafirdi,canı ecele teslime eder gibi hicrana yükleyip,uğurladı.Ki aşık için ayrılığın yıkımı ölümün yıkımından daha az korkunç değildir.
 Ayrılık okuna galebe çalacak kalkan bulunmaz.O gelir ve yaralar.Bir umut varsa aşık için,o umut tecelli edene kadar yaranın ne kanı diner,ne sızısı.Ama ayrılık gelmişse ve bir umutta yoksa,ölümün kılavuzu say hicranı.Gelir ve görünmez kapılardan kabre taşır aşığın bedenini.O kabirde yaşanan da azap veren bir hasrettir.Hasret ki acımasız bir el gibi sarılır boğaza,nefesleri boğar,takati keser,canı yağmalar.Ne dönen dünya kalır,ne gelip geçen zaman.Tek hareket sinedeki hançerin hareketidir.Ve can artık sade bir inleyiş,sade gittikçe genişleyen bir yaradır aşıkta.
 Ayrılık ki,bütün tecellileri ölüme dair ıstıraplardır.
 Evet,başa gelen bela büyük,iki aşık öyle bir eleme,öyle bir çileye satıldılar ki,onlara sadece sinelerini yakıp kavuran bir acı ve boğuk hıçkırıklar kaldı.Artık ne bir teselli gelebilir sabahlarla,ne bir sığınak açılır gecede.Uyku bela,uykusuzluk bela.Çıkar yol yok,insafın adı yok.Aşıkların sinesi,ıssız yarık topraklar gibi ve üzerinde aşığın canını yağma eden gam atlıları tepinmekte.İki aşığın da kalbikaygıdan duracak gibi.
 Birinin gönül aynasında bir gül kırılmış,diğerinin aynasında bir bülbül kaybolmuş.Ve ne baharı zorla getirmek mümkün,ne bülbüle can bağışlamak.
 Sanki bütün cihan yasa gömülmüş.Geniş yeryüzü öyle daralmış ki,aşıkların nefesleri arza sığmaz olmuş.İki aşıkta da hasta bir gönül,bükülü boyun,kırk yaralı bir kalp ve elem.
 Pervaneleri dağıtılmış,kendi kendine hüzünle yanan bir mum gibi eriyerek şöyle sayıklıyorlar:’’Ey felek,ayrılık hançeriyle yaraladığın kalbi nasıl tarif edeyim?Dilim kuru,dudaklarım yanmakta.Sürgüne reva görülen cana nasıl sabredeyim?Rüzgar değilim ki gazelimi yüklenip gideyim.Gül değilim ki başka baharda açayım.Sen gel ey felek.Sırrının girdabından kendin bahset.Madem öldürüyorsun,saklama artık.öldüğümü göster.’’

Tahir İle Zühre / Ateşe Yazgılı Pervaneler
Münire DANİŞ


Acı Deniz / Fatma K. Barbarosoğlu

Sustum. Konuşabileceğimiz onca şey varken… Konuştukça, paylaşıldıkça güzelleşeceğine inandığım onca şey varken. Sustum. Sükûtumu bir ikram gibi sunarak. Konuşmayı paylaşamıyorduk, paylaşılan sükût olurdu belki…


24 Eylül 2012 Pazartesi

Ben umardım ki seni yãr-ı vefâdâr olasın / Mihri Hatun


GAZEL

Ben umardım ki seni yãr-ı vefâdâr olasın
Ne bileyim ki seni böyle cefâkâr olasın


Reh-i aşkında neler çektiğim ey dost benim
Bilesin bir gün ola aşka giriftâr olasın


Sen ki cân gülşenin bir gül-i nev restesisin
Ne revâdır bu ki her hâr u hasa yar olasın


Beni azâde iken aşka giriftar ettin
Göreyim sen dahi benim gibi giriftar olasın


Beddu'a etmezem amma ki Huda'dan dilerim
Bir senin gibi cefakâra hevâdar olasın


Şimdi bir haldeyiz ilenen düşmenine
Der ki Mihrî sen dahi siyehkâr olasın

Mihri Hatun 

Çığrışır bülbüller gelmiyor bağban / Erzurumlu Emrah

Çığrışır bülbüller gelmiyor bağban 
Hoyrat dost bağından gül aldı gitti 
Yüz bin mihnet ile bir bağ bitirdim 
Ben yari bezettim el aldı gitti

Yüz bin mihnet çektim bir daha gerek 
Hayli ömür ister bir daha gerek
Yari elden aldı o kahpe felek
Aktı gözüm yaşı sel oldu gitti

Nazlı yardan kem haberler geliyor
Dostlarım ağlıyor düşman gülüyor
Dediler ki Sefil Emrah ölüyor
Kimi kazma kürek bel aldı gitti

Erzurumlu Emrah

Tecdid-i İzdivaç / Tevfik Fikret

Tecdid-i İzdivaç

Evlendiler, seviştiler amma muvakkaten;
Sevda sükuuta başladı beş hafta geçmeden.
Evlendiler, niçin? Bunu bir kız nasıl bilir?
Evlenmesiyle maderi olmuştu müftehir;
Zevcin de verdi neş'e düğün akrabasına,
Lakin dokundu kendi hayal ü havasına.
Tahdid idi, onun nazarında, hayatını
Bir şahsa hasrediş emel ü irtibatını... 
Evlendiler, seviştiler amma muvakkaten.
Sevda sükuuta başladı beş hafta geçmeden.

Endişeden gönülleri hali değildi hiç;
Olmuştu bir şita bu gönüllerde mündemiç.
Bigane bir kadınla bir erkekti hanede;
Dargın bir ihtiram idi cari meyanede;
Ba'zan ısındırırsa da nevvare-i heves
- Benzer mi aşk-ı halise bir şevk-ı muktebes? -
Olmazdı müntefi o bürudet bütün bütün;
Gittikçe ya da gelmemeye başladı düğün.
Bir şeb getirdi hatime bezm-i muhabbete,
Çıktı sabahı tıfl-ı muhabbet seyahate...

Birkaç zaman da öyle güzar etti günleri
Dönmüştü bir mezara evin gerçek her yeri,
Bir yolcunun kudumu idi orda muntazar
Gün doğmadan meşime-i şebden neler doğar!
Kaç hafta geçti bilmiyorum, bir seher yine
Gösterdi zevce oğlunu, hiddetli zevcine:
"Bak yavrumuz!" O dem kadının doldu gözleri;
Zevcin de hande-riz-i gurur oldu gözleri
Pişinde ettiler beşiğin, gark-ı ibtihac
Bir buse-i medid ile tecdid-i izdivaç.

Tevfik Fikret-1896

Gül ruhlarını gonca-i zibaya değişmem / Yaşar Nezihe Bükülmez

Gül ruhlarını gonca-i zibaya değişmem

Gül ruhlarını gonca-i zibaya değişmem
Endamı dîlâranızı tubaya değişmem.

Virane nişîn olsam, emin ol ki seninle
Ben meskenimi tarımı balaya değişmem.

Tenha gecelerde beni eyler müteselli,
Baykuş sesini bülbülü şeydaya değişmem.

Peymane'i sem nûş ederim saki-i gamdan
Bir katresini bir dolu sahbâya değişmem.

Sen naz ile gözler süzüp ettikçe tebessüm
Bir handeni vallahi bu dünyaya değişmem.

Yaşar Nezihe Bükülmez
(17 Ocak 1880 - 5 Kasım 1971)

Ölüm ve Çerçeveler / Sezai Karakoç

Ölüm ve Çerçeveler

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
Garip bir yolculuk, tren ve geyve
Bir hançer bölüyor, ah... rüyaları:
Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve...

Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Gece kar yağacak sabaha kadar
Toprakta et, kemik çatırtıları...
Yarı ölüleri bir korku tutar,
Değince bir taşa kafa tasları,
- Ölüler ki yalnız tırnakları var,
Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı,
Esmer delikanlı, hatıra ve kan.
Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları,
Sızıyor bir kapı aralığından,
Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
Açıyor elini göğe bir kadın
Uzuyor, uzuyor altın saçları
Uğrunda ölünen güzel kızların

Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Çocuklara açar mağaraları
Güngörmemiş kuşlar ve örümcekler
İlân-ı aşktan dil balıkları
Aşina suları çabuk terkeder.

Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Bakıyor ateşe, küle böcekler.
Köpekler parçalar kanaryaları
Mektupları bir boz ağaç kurdu yer
Baykuşlar ötüyor harabelerde
Yanıyor lambalar hafif ve sarı.

Bir kaza kurşunudur her yerde
Süvarisiz şaha kalkan atları
Bir ruhun ışığı vardır göklerde
Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Ötüyor baykuşlar harabelerde.

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer
Bekledi arzuyla karanlıkları
Anneler, babalar, erkek kardeşler:
Tâ içinden duyar ani bir ağrı
Bir hüzün şarkısı tutturur gider
Anneler, babalar, erkek kardeşler...

Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş
Bir neşe şarkısı tutturur gider
Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş
Kurşunlar sıkılır göklere doğru
Serçe yavruları havada titrer
Lambalar yanıyor hafif ve sarı...
Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
İnce yelkenleri alıyor yeller
Titretir kalpleri ve bayrakları
Gemiden toprağa uzanan eller...

Lambalar yanıyor hafif ve sarı
Bir yosun köküne hasret kalacak
Gizli hazineler, su yılanları...
İnce yelkenleri alıyor yeller
Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
Beyaz pelerinli hür tayfaları
Kendine bağlar siyah kediler
Titriyor gönüller ve kara bayrak
Bir yosun köküne hasret kalacak
Gemiden toprağa uzanan eller
Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı
Garip bir yolculuk, tren ve geyve
Bir hançer bölüyor, ah... rüyaları:
Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve...

Sezai Karakoç

23 Eylül 2012 Pazar

Mor Salkımlı Ev / Halide Edip Adıvar

İnanıyorum ki ne kadar ileri olursa olsun insaniyet aile yuvasının ve ananın yerini tutabilecek bir şey bulamamıştır.


Bir Tereddüdün Romanı / Peyami Safa

"Güzelleşmek için yalan elbiseleri arıyoruz ve çıplak hakikati örtmeğe, gizlemeye çalışıyoruz; hatta kefen bile cesedimizin çirkinliğini gizlemek için beyaz bir yalandır, değil mi?"

22 Eylül 2012 Cumartesi

Ah Muhsin Ünlü

İnsanların ayrıntılara boğulmadığı günlerden kalma güzel bir cümle vardır .. "Göz gördü, gönül sevdi"... 

Ah Muhsin Ünlü

Korkuyorum / Cahit Koytak


KORKUYORUM

Upuzun soluk günler
Artık ne gencim
Ne yeterince yoksul
Ne de yollara düşecek kadar budala
Ne olacağım Yarab!
O hercaî bulut tepemde hâlâ
Otuz yedi yaşındayım:
korkuyorum.

Cahit KOYTAK

Suskunlar / İhsan Oktay ANAR


‘Kahin görebilen tek gözüyle aynaya baktı ve uzun boylu, çekik gözlü o adamı gördü.
Bunu görmek, kendisi gibi diğerlerinin de içinde yaşadıkları o dünyadaki asıl hakikati görmek demekti.

Gözün görevinin görmek değil, hakikati görmek olduğunu söyleyen alim aklına geldi.
Hakikati gören gözün başka hiçbir şey görmesine gerek yoktu.

Yedikule Kahini’nin yegane gözüne de bu şekilde perde indi.
Ama kör olmasına rağmen hiçbir şey görmüyor değildi.
Gözlerinin ona gösterdiği yegane şey, o uçsuz bucaksız karanlıktı.

Tıpkı sessizliği dinleyen Eflatun gibi, kahin de sustu.
Belki de susmak gerçeği anlatmanın tek yoluydu.’

Suskunlar / İhsan Oktay ANAR

Neyzen Tevfik


Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer
Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer
Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer
Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer
Gece gündüz yok olur, an-ı dem adem de geçer

Neyzen Tevfik

Halil Cibran


Izdırâbınız, idrâkinizi bürüyen kabuğun çatlayışıdır...  

Halil Cibran

Sonsuzluğa Nokta / Hasan Ali Toptaş

"İnsanların gözlerinden başka birer göz daha vardır gözlerinin içinde, böyle zamanlarda onlarla bakarlar. Onlar dilli gözlerdir çünkü, sahiplerindeki gücün dışında başka bir güçten de beslenirler ve sahipleri neyi amaçlarsa onu apaçık yansıtırlar."

Sonsuzluğa Nokta / Hasan Ali Toptaş

"Yükselmek: Kendini aşağılarda saymanın ateşli hastalığı; insanın kendisi için doğurduğu son anne; bugünün tadını alıp götüren büyülü bir düş, ya da yukarıya doğru bir alçalış..."

Sonsuzluğa Nokta / Hasan Ali Toptaş

"Tabur tabur askeri birlikler oluşturdukları, aynı marşları aynı biçimde söyleyerek aynı koğuşlarda aynı kıvrılışlarla yattıkları ve bu edimlerle beraberlik ruhunu yakaladıklarını sandıkları, sonra bir bavul dolusu anıyla terhis olup eve dö
ndükleri, anne babalarına hiç değişmeyen ve toplumun hazırladığı reddedilmez duygularla sarıldıkları, aynı yasalara uyarak evlendikleri, babalarından devraldıkları yöntemlerle seviştikleri ve babalarından boşalan iş kadrolarına kaplanınca dünyanın yarısını ele geçirmişcesine sevindikleri ve tıpkı kendilerinden öncekiler gibi gene çocuk doğurdukları ve onları besleyip büyütmeye başladıkları ve bütün bu olup bitenlere 'dönüp duran paslı bir çember' diyecekken 'akıp giden yaşam' adını verdikleri uyumsuz bir toplumda, yelken kulaklı bir uyumsuzdum ben."


Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti / Balzac

Bizde çok bellek yaşar,bedenin,düşüncenin ayrı ayrı bellekleri vardır.örneğin özlem,bedenin belleğinin bir hastalığıdır.


20 Eylül 2012 Perşembe

ALİ ULVİ KURUCU’NUN HATIRALAR- 1



“Şükredilecek nimetler pek çok, fakat en çok şükür icap ettiren, namaz nimetidir. Günahlarımızı affettirmek için, bizi Allah’a yaklaştırmak için namaz farz kılınmış. Namaz dediğimiz bu nimet, öyle bir nimet ki, namaza giderken attığımız adımların birisi, ‘Allah’ım bu kuluna rahmet eyle, merhamet eyle, günahlarını affeyle’ der; ötekisi, ‘Cennetteki makamını âlî eyle Yâ Rabbi’ der. Attığımız adımlar dua olur.”


ALİ ULVİ KURUCU’NUN HATIRALARI- 1


“Hayat bir medresedir. Ne öğrenirseniz burada öğrenirsiniz. Bu medrese aleyhinize şehadet etmeyecek. Her geçen lâhza, ya zikirle, ya şükürle, ya fikirle geçecek. Bunu da yapmadınız mı, ibretle bakacaksınız kâinata. Gafil olmak yok. Kâinat kitabını gözlerimizle okuyacağız.”


17 Eylül 2012 Pazartesi

Fuzuli


Gönlüm açılır zülf-i perişanını görgeç
Nutkum tutulur gonce-i handanını görgeç

Ra'nalık ile kamet-i şimşadı kılan yad
Olmaz mı hacil serv-i hıramanını görgeç

Çok aşka heves edeni gördüm ki hevasın
Terk etti senin aşık-ı nalanını görgeç

Naziklik ile gonce-i handanı eden zikr
Etmez mi haya la'l-i dür-efşanını görgeç

Sen hal-i dilin söylemesen n'ola Fuzuli
El fehm kılar çak-i giribanını görgeç

Fuzuli

Gönlümü açar saçlarını dağılıp saçılması, nutkumu kapatır gonca (açılmamış gül gibi dudak) nın açılması Konuşamaz olurum, dilim tutulur

Hasretle baktıkça sana, kanlı yaşlar dökülür gözlerimden Kirpik oklarını gördükçe, delinir bağrım ta derinden

Çoklarını gördüm, aşka heves eden İnleyen aşığını görünce senin, bu hevesi tek edip gittiler

Cehenneme inanmayan bir kafir bile ayrılığının ateşini görünce inanası gelir cehennem ateşine

Saklasan gönlündeki aşkı bir sır gibi, söylemesen ne çıkar a Fuzuli; görenler anlamaz mı sanırsın yakanın yırtığından acınası halini

16 Eylül 2012 Pazar

Jurnal II / Cemil Meriç


Yıldırım aşkı, bilinçli ya da bilinçsiz olarak içimizde geliştirmiş olduğumuz ideal sevgili modelinin birdenbire karşımıza çıkmasıdır. Acı saadetin bir nevi kefareti imiş gibi geliyor. Bir alev denizinden geçilerek varılan vuslat, gerçek vuslattır. Ve artık yanarak değil, tüterek yaşıyorum.

Stendhal aşkı dörde ayırıyor : Birincisi gerçek aşk. Yani amour-passion.Abelard Ortaçağın en büyük fikir adamlarından biri. Ve tabii rahip. Talebesi Heloise’e tutulur. Genç kızın dayısı, Abelard’ı adamlarına yakalatıp korkunç bir ameliyata tâbi tutar. Ama Heloise’nin Abelard’a karşı sevgisi ölünceye kadar devam eder. Amour-passion bu.Bütün şartları yenen, fiziğe aldırış etmeyen bir nevi communion.

İkinci aşk, Amour-goût. 18. yüzyıl Fransa’sındaki aşk. Bu tabloda, gölgeler bile gül rengi. Nezaket, zerafet, kibarlık. Hırçınlık yok, fırtına yok, öfke yasak. Yapılacak her şey önceden bilinir. Soğuk ve cici bir minyatür. Amour-passion başımıza belalar açar, bizi tehlikelere sürükler, rüsva eder. Oysa Amour-goût menfaatlerimizle çok iyi uyuşur. Bu zavallı aşkın da başlıca desteği gurur. Koltuk değneklerine dayanarak yürüyen tuhaf bir aşk.

Üçüncü aşk, hayvani içgüdü. Yabaninin düşünceye vakti yok. Onun için, aşkı tanımaz. Çiftleşir ve geçer. Dişisi bir dişi hayvandır. Oysa hassas bir kadın bütünü ile sever ve ancak bütünü ile sevdiği zaman fiziki hâz duyar.

Dördüncü aşk bir övünme vesilesi. Amour-vanitê. Başkaları için sevilir, gösteriş için sevilir. Erkek, genç ve güzel sevgilisiyle fiyaka satacaktır. Kadın, meşhur bir hergeleye sahip olmanın gururu içindedir. Bu, aşka en az benzeyen aşktır. Hatta çok defa, fiziki bir zevkle de hallenmeyen garip bir fuhuş.

Aşkın başlangıcı hayranlık. Kimbilir ne büyük mutluluk, onun yanında olmak deriz. Sonra ümit, sevgilinin kemalatına dikkat kesilinir. Ümit, en çekingen kadının bile gözlerinden okunur. Aşk belli eder kendini. İlk kristalizasyon başlar. Aşkından emin olduğumuz bir kadını dünyanın bütün güzellikleri ile süsleriz. Saadetimizi ballandırdıkça ballandırırız. Beklemediğimiz bir anda harikulade bir armağana konmuşuzdur. Bizimdir veya mutlaka bizim olacaktır. Onu yücelttikçe yüceltiriz. Ve kırık dal, Salzbourg tuzlalarındaki gibi, bir kristal hevengi olur. Artık tabiat yalnız onunla güzeldir. Bir yolcu, yaz günleri portakal bahçelerinin serinliğinden bahseder. Hemen ah, dersiniz böyle bir bahçede onunla birlikte olabilsek. Arkadaşlarınızdan biri, avda kolunu kırar. İçinizden geçen şudur : ne olurdu benim kolum kırılsaydı, gelir, şefkatle tedavi ederdi. Onunla birlikte olduktan sonra her acı mukaddestir.

Sonra ? Sonra şüphe doğar. Aşık hayranlıktan usanır. Sahip olmak ister, emin olmak ister. İlgisizlik görür, soğuklukla karşılaşır. Aşık, ümitlerinin hemen gerçekleşmediğini görerek kuşkulanmağa başlar. Kendini başka zevklere verir, içer, gezer, okur. Ama görür ki ‘o neşe kalmamış peymanelerde.’ Büyük bir felaket korkusu içindedir. İkinci kristalizasyon başlar; beni seviyor. Evet, seviyor. Ve kristalizasyon, sevgilide yeni cazibeler keşfetmeğe yönelir. Sonra yine şüphe canına okur, boğazına sarılır. Nefesi kesilir; ve dehşet içinde kekeler: acaba seviyor mu ? Onsuz yaşayamam diye tutturur, zavallı aşık, başka hiçbir kadın onun kollarında tadacağım saadeti veremez bana, der. Bundan emindir. Bu emniyet, korkunç bir uçurumun kenarındaki bu yol, yani saadetle bedbahtlık arasındaki bu gidiş-geliş, ikinci kristalizasyonun önemini arttırır. Aşık şu üç düşünce arasında yalpa vurur :

1- Dünyanın bütün cazibeleri onda.
2- Beni seviyor.
3- Aşkından nasıl emin olabilirim ?

Bir vehme kurban gittiğini düşünmek, yani kristalizasyonun kısmen de olsa bozulması aşık için acıların en büyüğü. İnsan kristalizasyonun bütününden şüpheye düşer.

Aşkın doğması için minnacık bir ümit yeter. İki üç gün sonra sönebilir ümit, ama aşk bir kere doğmuştur. Aşık felaketlerin acısını tatmışsa, hassas ve hayalperestse, başka kadınlardan ümidi kesmişse, sevdiğine karşı derin bir hayranlık duyuyorsa hiçbir bayağı haz, hiçbir gündelik eğlence onu ikinci kristalizasyondan alıkoyamaz. Günün birinde sevgilisinin hoşuna gideceğini tahayyül etmek herhangi bir kadınla vuslattan daha çok hoşuna gider. Kadın bu devrede açıktan açığa hakaret etmedikçe, ümitlerini kırmadıkça kristalizasyon devam eder.

Aşkın devamını sağlayan, ikinci kristalizasyon. Her an sevmek veya ölmek heyecanı. Bu heyecan insanın içine kök salar. Kanına karışır. Karakter ne kadar kuvvetli ise, vefasızlığa o kadar az kabiliyetlidir. Çabucak teslim olan kadınlar için böyle bir kristalizasyon pek nadiren bahis konusudur. İkinci kristalizasyondan sonra, yabancılar tuzlaya düşen dalı tanıyamazlar artık. Dal, göremedikleri kristallerle süslenmiştir. Yahut onların meziyet saymadığı meziyetlerle halelidir. Yalnız sevenin gönlü, sevilende sonsuz meziyetler bulur ve görür.

Jurnal II / Cemil Meriç

Kalın Türk / İsmet Özel

Cemal Nadir Güler’in çocukluğumda gördüğüm bir karikatürünü hatırlıyorum: Palmiyelerin altında bir Avrupalı Afrikalıya soruyor: “Sizin topunuz, tankınız, tayyareniz yok mu?” – “Hayır bayım, biz vahşi insanlarız.”Bunu ilk anlayan şüphesiz ki
 Avrupa’nın entelijansiyası oldu.Ve böylelikle değerlerin dayanağı birçok şekilde Batı dışında arandı.Gerçi egzotizm ta Romantik dönemden bu yana süren birşeydir ama;bu sert kayaya çarpmak,Batı’da yaratılmaya çalışılan insan tipinin sonuç vermediği tecrübesini yaşamak Batı’ya özgüvenini kaybettirdi.

Kalın Türk / İsmet Özel

Kalın Türk / İsmet Özel

Her zaman nelerle zihnimizin meşgul olacağı konusunda bize öncülük edeceğini varsaydığımız insan, insanlar ya da odaklar var. Bu düşünceye karşı savaş verilmelidir. Ve onun yerine kendimizin reşit olduğunu kabul eden, lehimize ve aleyhimize olan şeyleri seçme yeterliliğini elimizde tuttuğumuzu belli eden bir tavrı benimsemeliyiz.

Kalın Türk / İsmet Özel

Ateş Tecrübeleri / Ahmet Turan Alkan

Aydınlarımızın zihni karıştı çoğu kere avam kadar dahi olsun arif olamadılar. Batı öldü diyorduk ne oldu? Batı ahlaki çıkmazın içinde olabilir. Ama asıl onları ürküten ekolojik tıkanma karşısındaki çaresizlikleridir. Mesela Güçlü Biz Olsaydık: Hiç şüpheniz olmasın eğer böyle olsaydı Fransız aydınları St. Michelle'deki bulvar kahvelerinde bol sigara ve konsantre kahve tüketerek Osmanlı değerlerinin ezici Challenge'ı karşısında Fransız kimliğini koruyabilmenin bunaltısıyla ezilip duracaklardı. Belki içlerinden birisi "Müslüman olup kurtulalım, bu işin esrarı İslam da" diye teslimiyetçi bir tavır geliştirirken, diğeri "Saçmalama biz Hristiyanız ve öyle kalacağız, ağzımızla kuş tutsak bu Osmanlılar bizi kendi paxlarına asla dahil etmezler, kurtuluşumuz için tek yol Atlantik kıyısı ülkeleriyle müşterek bir entegrasyona girmektir" diyecek, bir başkası "yahu ne tartışıyorsunuz Fransız olmak Osmanlı değerlerini benimsemeye engel teşkil etmiyor ki, önemli
 olan Osmanlıdan bilgi ve teknoloji almaktır. Bizim onlardan kafaca hiçbir eksiğimiz yok sadece tembeliz o kadar" görüşünü savunacaktı, derken tartışmayı sessizce izleyen bir başkası başını ümitsizce sallayarak "Yanılıyorsunuz baylar, Osmanlıdan sadece bilgi ve teknoloji alsanız bile sonunda Osmanlı olursunuz. Çünkü bilginin de kültürel kalıp sadedinde bir cinsiyeti vardır. Sonunda Fransız kimliğini kaybetmemiz içten bile değil" derken belki bir diğeri "Kurtuluş İsa'dadır. O'nun getirdiği doktrini biz hayata geçiremedik. Kiliseye hapsettik. Laisizm canımıza okudu dinimizi gündelik hayatımızdan sürüp çıkardık. Osmanlı değerlerinin esiri olduk. İçimizde sırf züppelik olsun diye kandil günlerinde Quartier Latin'deki Rufai tekkesine gidip halkaya dahil olanlar bile var. İçine yuvarlandığımız kültür emperyalizminin boyutları gerçekten dehşet verici. Bazı arkadaşlar sırf modayı izlemek uğruna sarıklı geziyor, sırf aykırılık olsun diye nargile höpürdetiyorlar. Biz ruhumuzu kaybettik arkadaşlar. İsa öğretisinin temel değerlerini yeniden yorumlamaktan başka çıkışımız yoktur ve olamaz" sözleriyle tezini müdafaa edecekti.

Ateş Tecrübeleri / Ahmet Turan Alkan

Ateş Tecrübeleri / Ahmet Turan Alkan


‘’İslam dini ve tarih ilişkileri enteresandır. İslam tarihinin güvenilir aktarıcalarına ittiba ederek "selemet der kenarest" fehvasınca amel edersiniz.

Evet son yüzyıldır müsteşrikler yazdılar. Müslümanlar hep reddiye yazdılar. İslam tarihçileri bir türlü bağcıyı dövmekten üzüm yemeye vakit bulamamışlar. Mesela Hadis usulü ve İslam fıkhının tedvini açısından geçerli genel bir kabule göre sahabelerin hepsi Udul olarak kabul edilmektedir. Halbuki bu yaklaşım tarih usulüne aykırıdır. (Evet ama bizim vartamız, kritiği, ehil olmayanlar da yapıyor.)

İslamın tatbikatında görülen beşeri zaaf ve hatta aksaklıklar İslamın kendisinden değildir. Evet oturup İslam'a dahil kritik yapmazsanız İslam hukukunun kodifiye edildiği zamanlarda serbest bir gelişme zemini bulan ilim acaba birer hukuk dahisi olan mezheplerin imamlarının son noktayı koymalarından dolayı mı sükuta uğradı?

Utanmazlık iletişimin ilk boyutudur.’’

Ateş Tecrübeleri / Ahmet Turan Alkan

15 Eylül 2012 Cumartesi

Günceler / Franz Kafka

"Yoksunluğunu bir erdem yapıp çıkıyorsun."
"Birincisi, herkes yapıyor bunu, ve ikincisi, bu tam da benim yapmadığım bir şey. Ben yoksunluğumu yoksunluk olarak alıkoyuyorum, bataklıkları kurutmuyor, onun sıtmalı buharı içinde yaşıyorum."
"İş
te sen bunu bir erdeme dönüştürüyorsun."
"Daha önce dedim ya, herkes gibi. Hem bunu yalnız senin hesabına yapıyorum; benim dostum olarak kalman için kendi ruhumun yaralanmasını kabulleniyorum."

Günceler / Franz Kafka

Şato / Franz Kafka

İçimizde üzücü deneyimler ve korkular, kendimizi savunmaktan uzak, bir tahta çıtırtısı duymayalım, korkuyla irkiliyoruz. Bir kez de birimiz korkmasın, hemen ötekimiz hazırdır korkmaya; nedenini, niçinini de bilmez pek. Böyle olunca da doğru
 dürüst bir yargıya ulaşamaz elbet. İnsanda her şeyi enine boyuna düşünüp taşınmak yeteneği bile bulunsa, söz konusu koşullar altında yitirip gider.

Şato / Franz Kafka

Günceler / Franz Kafka

2 - Ekim – 1911

Uykusuz gece. Sıraya girenlerin üçüncüsü bu. Derin bir uykuya gömülüyor, bir saat sonra da, kafamı yanlış bir çukura koymuşcasına uyanıyorum. Tümüyle uyanığım, sanki incecik bir zar altında uyumuşum ya da hiç mi hiç uyumamı
şım gibi bir duygu var içimde, yeniden uykuya dalmanın güçlükleri uzanıyor önümde, kendimi uykudan ötelere fırlatılmış duyuyorum. Gecenin artakalan bölümünde, saat beş'lere dek bu böyle sürüp gider artık, sonunda uyusam bile, uyarıcı düşler yan uyanık tutar beni, düşlerle boğuşmam gerektiği sürece, kendi başımı beklercesine uyurum sanki. Saat beş sularında uykunun son izleri silinip gitmiştir, uyanıklıktan daha da bitirici olan düşler görürüm yalnızca. Kısaca tüm geceyi, sağlıklı birinin uykuya varışından kısa bir süre önce kendini içinde bulduğu o durumda geçiririm. Uyanmışsam, tümcek düşler kuşatmıştır çevremi, onları düşünmemeye çabalarım elden geldiğince. Gündoğuşuna yakın, derin derin içimi çekerim yastığın yüzüne, o gece için de, tüm umutlar yitirilmiştir çünkü. Derin bir uykudan, tıpkı bir cevizin içinden çıkarcasına uyandığım o gece sonlarını düşünürüm acı acı.

Dün gece, bir kör çocuğun korkunç görüntüsü girdi düşüme. Düşe göre, Leitmeritz'deki teyze kızıydı bu, oysa kızları değil, oğulları vardır onların yalnızca. Bunlardan biri de, bacağını kırmıştı bir aralık. Öte yandan bu çocukla, önceleri güzelce bir çocukken giderek katı giyimli iri kıyım bir kıza dönüşmesini izlediğim Dr. M'nin kızı arasında bir benzeşim vardır. Bu kör ya da bozuk gözlü çocuk gözlüklüydü, sol camın hemen ardındaki göz, süt aklığında ve fırlak görünmekteydi, çukura kaçmış öteki göz, kendisine çok yakın bir mercekle örtülüydü. Bu gözlüğün yüze uyarlanabilmesi için, kulakların ardına uzanan destekler yerine, bir ucu elmacık kemiğine oturan bir kaldıraç düzeni gerekmekleydi, böylece mercekten çıkan bir direk yanağa iniyor, eti delip kemik üzerinde son buluyordu, bir başka tel de oradan dışarı çıkıp, arkaya kulağa gidiyordu.

Bütün bu uykusuzlukların, salt yazı yazmamdan kaynaklandığına inanıyorum ben. Ne denli az, ne denli kötü de yazsam, küçücük sarsıntılara karşı duygunlaşmaktayım, çoğun günün er saatlerinde, özellikle gün batımına doğru, beni yırtıp açabilecek yüce anların yakınlaşan olasılıklarını sezinliyorum. Yönlendirmeye fırsat bulamadığım içimdeki bu genel kargaşa dinmek bilmiyor. Sonuç olarak, özgür kılındığında beni tümüyle dolduran, beni açıp yayan, yeniden dolduran bu karmaşa, salt bastırılmış, engellenmiş olan uyumdur. Ancak şimdi, şu andaki oluşumu sırtlanabilecek gücüm, yeteneğim olmadığı için, bu durum yalnızca cılız umutlara neden oluyor, kötülük ediyor bana; gün boyu yardım eder görünen sözcükler, geceye sıra gelince, karşı konulmaz biçimde paralıyorlar beni. Bu aşamadayken, hep Paris kentine, onun kuşatma ve daha sonraki Komün günlerine ilişkin düşünceler gelir usuma; o günlere dek Paris'lilere el kalmış kuzey ve doğu dış yörelerin halkı, ayları bulan bir süre boyunca, saatin kollan gibi zamanı kemirerek, ağır ağır, özekte birleşen çevre yollarından Paris'in göbeğine akmışlardı.


Uzunca süredir yazmayışım, avunduğum bir olgu -ve bu duyguyla yatacağım şu an geçici bir zaman için bile olsa, az bir çabayla başardığım şu yazı, şimdiki durumum içinde kendine doğru bir yer edinemeyecek böylece.

Öylesine güçsüzlük içindeyim ki, bu gün şefime çocuğun öyküsünü bile anlattım. Düşteki gözlüklerin, akşam kâğıt oynarken yanında oturmakta olan bana, arada bir gözlüklerinin altından, pek de hoş olmayan bakışlarını gördüğüm annemden kaynaklandığını da anımsayıverdim. Önceleri ilgimi çekmemiş olan birşey de, sağ camın soldakine oranla göze daha yakın durmakta oluşudur üstelik.

Günceler / Franz Kafka

Günceler / Franz Kafka

23 - Eylül - 1912

Bu öykü'yü, "Yargı", ayın 22'sini 23'üne bağlayan gece saat on'dan ertesi gün altı'ya dek bir oturuşta yazdım. Oturmaktan tutulmuş ayaklarımı masanın altından güçlükle çıkarabildim. Ne denli ürkünç bir çaba ve ne büyük bi
r sevinçti bu, nasıl da gözlerimin önünde gelişmişti öykü, su üstünde kayıyormuşcasına. Gece boyunca sık sık bedenimin ağırlığını omuzlarımda taşımakta olduğumu duyumsadım. Nasıl da herşey söylenebiliyordu, nasıl da herşeyin, en yabansı düşlerin bile içinde yutulup, yeniden dirilecekleri bir büyük ateş yakılmış beklemekteydi. Nasıl da mavileşti pencerelerin ötesi. Bir yük arabası tangırdadı. İki adam köprüyü geçti. Son kez baktığımda saat iki'ydi. Giriş odasından temizlikçi kadının sesini duyduğumda son tümceyi yazdım. Düğmeyi çevirerek lambayı ve gün ışığını söndürdüm. Yüreğimin çevresinde hafif sancılar. Kızkardeşimin odasına titreyerek girişim. Ona yüksek sesle okuyuşum. Daha önce, temizlikçi kadının önünde gerinerek, "Şu ana dek yazmaktaydım" deyişim. Odaya yeni konmuş görüntüsü veren bozulmamış yatağım. Şu roman yazarlığımla, yazarlığın utanılası yeğni alanlarında olduğum yargısı doğrulanmakta. Yalnızca böyle gerçekleştirilebilir yazma eylemi, ancak böylesi bir uyum içinde, beden ve ruhun tam bir açılımıyla. Yatakta sabah. Hep dupduru gözler. Yazı yazmayla birlikte birçok duygular taşınır gelir, Max'ın Arkadia'sı için güzel birşeyler Freud'la ilgili düşünceler elbette yazacağım için duyduğum sevinç sözgelimi; bir bölüm de Arnold Beer'le ilgili; bir öteki, Wassermann için; biri, Werlef in Gieantess'ine; elbet, benim "The Urban World"um için. Ben, yalnızca ben orkestrada izleyiciyim.

Günceler / Franz Kafka

Milena'ya Mektuplar / Franz Kafka

"Ya hep ya hiç" sözü ne kadar büyük bir söz. Sen de ya benimsin ya değilsin. Benimsen eğer hiç mesele yok her şey yolunda demektir. Ama benim değilsen hiçbir şey yok demektir. Farkındayım bir insana böylesine bağlanmak bayağılığın da ötesi bir şey. işte bu yüzden aklıma bu düşünce geldiğinde durmadan bir korku çöküyor yüreğime.. 

14 Eylül 2012 Cuma

Köşe / Sezai Karakoç


1
Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın
Saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen
Tarif edilmez güllerin yankısı gözlerin
Gözlerin kac kişinin gözlerinde gezinir
Sen kaç köşeli yıldızsın

Fabrika dumanlarında resmin
Kirli ve temiz haritaları doldurmuşsun
Hatırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibi
Aşka veda etmiş topraklarda durmuşsun

Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Bir tek köşen bile ayrılmamışken bana
Var olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benim
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim
Sen kaç köşeli yıldızsın

2.
Evlerinin içi ayna döşeli
Ayna hatıra gözler ve sevmek
Benim aşkım binbir köşeli ah binbir köşeli
Bir köşe gidince bin köşe yeniden gelecek
Ayna hatıra gözler ve sevmek

Evlerinin içi kabartma bahar
Köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar
Halıları öpe öpe nakış yapar nakış gibi ayaklar
Siz söyleyin insan seve seve ölmez ne yapar
Köşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar

Evlerinin içi yeni güllerden
Görülmemiş güneşleri görülmemiş gözlerine getiren
Sağ köşedeki entari sol köşedeki şapka
Beni katıl suların ortasına bıraka
Katıl sular güneşi gözlerinden götüren

Evlerinin içi gurur döşeli
Benim aşkım binbir köşeli ah binbir köşeli

3.
Sen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin
Merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
Bulutlar geldi altında durduk

Konuştun güneşi hatırlıyordum
Gariptin yepyeni bir sesin vardı
Bu ses öyle benim öyle yabancı
Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı

Dişlerin öpülen çocuk yüzleri
Güneşe açılan küçük aynalar
Sert içkiler keskin kokular dişlerin
İçinden geçilen küçük aynalar

Ve güldün rengarenk yağmurlar yağdı
İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı
Yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
Yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı

Sen geldin benim deli köşemde durdun
Bulutlar geldi üstünde durdu
Merhametin ta kendisiydi gözlerin

4.
Taşların ortasında Leylanın gözleri
Leyla köşe köşe göz göz şiirin ortasında
Ben Leylayı bulduğumdan yahut kaybettiğimden beri
Leyla ya o adamın bardağında ya o dağın ortasında

Ben Leyla gibi güneş doğarken uyanamam
Şehir gece gündüz benim içimde uyur
Leylayı götürüp Londranın ortasına bıraksam
Bir bülbül gibi yaşayışını değiştirmez çocuktur

Leyla diyorsam kesik yanaklarıyla Leyla
Üç köşeli dünyasıyla
Okuyla yayıyla yaylasıyla acımasıyla
Leyla diyorsam şu bizim gerçek Leyla

Biz seni işte böyle seviyoruz Leyla
O gitti bize ağlamak kaldı kala kala

5.
Beni yeraltı sularına karşı iyi savun
Tırnağını taşa sürten yitik keçilere karşı
Bu çeşmenin üç köşesinden hangisinden su içecek
Senin bahtsız ve mesut Eyyubun

Atların en güzel biçimini sessizce kalbime indiriyor
İçımde İstanbul çalkanırken bozbulanık çeşme
Bir dans için can vermeğe hazır bekliyorum
Sen orda gelirayak kuklalara insan gibi konuşmasını öğretme

Su akıyor birikiyor kan lekeleri
Kurtulsam diyorum bir eser buna engel
Öyle büyüyor öyle çoğalıyorsun
İstanbul kalmıyor

Hangi köşesinde huzur o köşesinde sen
Hangi köşesinde yeni çağlara uygun odalar
Ben bölünmez bir şairsem
Sen bölünmez bir anne
Bir çeşme


Şehrazat / Sezai Karakoç




Sen gündüzün gecenin dışında
Sen kalbin atışında kanın akışında
Sen Şehrazat bir lamba bir hükümdar bakışında
Bir ölüm kuşunun feryadını duyarsın

Sen bir rüya geceleyin gündüzün
Sen bir yağmur ince, hazin
Sen şarkılarca büyük uzun
Sen yolunu kaybeden yolcuların üstüne
Bir ömür boyu yağan bir ömür boyu karsın

Sen merhamet sen şefkat sen tiril tiril kadın
Sen bir mahşer içinde en aziz yalnızlığı yaşadın
Sen başını çeviren cellat başının güne
Sen öyle ki sen diye diye seni anlayamayız..
Şehrazat ah Şehrazat..
Sen sevgili, sen can, sen yarsın...

Sürgün Ülkeden Başkentler Şehrine / Sezai Karakoç




Ey Sevgili

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim

Güneşi bahardan koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli

Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım
Salome'nin Belkis'ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Yıllar geçti sapan ölümsüz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çagdas Kudüs (Meryem)
Ey şiirini gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünüm benim

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktanda vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Gögsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili

Sezai Karakoç


13 Eylül 2012 Perşembe

İlhan Berk


Nehirleri
               anlatıyor sanırsın
Senden sözederken
               Sözcükler

İlhan Berk

O oluyor / İlhan Berk

Bakıyor

Bakmak 
birden
O oluyor

İlhan Berk

İlhan Berk


Sonsuza geçerli sözcükler yoktur.Ölüme yakın sözcükler vardır.Dünyada onlarla gidip geliriz.


11 Eylül 2012 Salı

Yahya Kemal BEYATLI

Dil uyur mest olarak yâr-ı dilârâ söyler 
Gül susar şermederek bülbül-ü şeydâ söyler 

Şeb-i yeldâda uzar fecre kadar kıssa-ı aşk 
Ta ki Mecnun bitirir nutkunu Leylâ söyler 

Ehl-i ‘akl anlamaz efsûs lisân-ı dilden
Zanneder âşık-ı dîvâne mu’ammâ söyler

Görmüş âyine-i safında o serv-i endamı
Cuy gülşende bu rüyâsını hâlâ söyler

Böyle beş beyti bu guyende redif ile Kemal
Naili söylese bir âlem-i mânâ söyler 

Açıklama

Gönül mest olmuş uyur, gönlü süsleyen sevgili söyler 
Gül utanarak susar, sevgisinden şaşkın bülbül söyler 

En uzun gecede uzar şafağa kadar aşk öyküsü 
Ta ki Mecnun bitirir söylevini Leylâ söyler 

Aklıyla hareket edenler, eyvah, anlamaz gönül dilinden
Sanır ki bu çılgın âşık bilmece söyler

Görmüş lekesiz aynasında o servi boylu yâri
Su, gül bahçesinde bu düşünü hâlâ söyler

Redif ile bu beş beyti söyleyen Kemal
Murada erip söylese de düş âleminden söyler


Sürüp Gelen Çağlardan / Erdem Bayazıt



Yeryüzü bana mescit kılındı 
Ant verdim toprak şahit tutuldu 
Her sabah her öğle her akşam 
İkindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak 
Seslerden bir sesle fırınlanıp
Sulardan polatlanan benim.
Geldim durdum önünde işte bir anıt gibi
Sıyırarak sırtımdan bir yılan giysisini.
Evet bir hançer ağacı gibi büyüyor içimde acı
Dağlardan bir dağ gibi kabaran yüreğimde.
Kargaların sırtlanlarla anlaştığı bir günde
Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım
Kudüs'te Mescid-i Aksa'da
Belki bir batı karanlığında Topkapı'da
Yangına uğramışsa
Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin muştu sesini
Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini
Çün defterler açılıp hesap soruldukta
Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta
Milletim omuz omuza verip
Kıyama duruldukta.
Gündüzler nasıl beklerse gecenin bitmesini
Sabırla söküyorum bu tarih gecesini.
Yüreğim usul usul vuruyor Kafkasyalım
Namludan yeni çıkmış sıcacık kurşun gibi
Dağlılar dağlar gibi ormanlar ordu gibi ağaçlar asker gibi
Bir şimal rüzgarı değil bir Şamil fırtınası
Tutsaklık haritası değil bir zafer coğrafyası
Can pazarında Azerbeycan'da
Bir türkü işliyor nakışını kalbimin üstüne
"Kurban olayım ayına ayına yıldızına"
Bir ucundan dünyanın öbür ucuna
Kan olup dolaşan damarlarımda
Arabistan’da Pakistan’da Türkistan’da
Şu anda
İran'da Afganistan'da.
Gecelerden bir gece en kesin bir tarih gecesini
Delecek elbet yangına uğramış gözlerim
İçimde kayalaşan bu güç bu savaş birikintisi
Sağdan sola kavisler çizerek
Ak bir kağıt üstüne dolaşır gibi
Dolaşan Asya'yı Afrika'yı Amerika'yı
Sonra bir solukta geçerek üstünden Avrupa'nın
Avrupa'nın Rusya'nın.
"Yememiştir hiç kimse
Elinin emeğinden daha hayırlısını"
diyerek
Şafak gibi alınlara terle yazılmış
Hakkın mutlak ölçüsünü
Elbet benim işçilerim çekecek
Emeğin kutsal direğine.
O ışık ki düşer bir zenci yüreğine
Birden aydınlık kazanır zulme uğramış bütün yürekler
Onulmaz hint ağrısına tükenmez çin sancısına
İsyanın macarcasına ezilmenin çekoslavakcasına
Yanmanın polonyacasına direnmenin vietnamcasına
Gerillanin arapçasına
Yetişecek elbet benim müjdeci sesim.
Ey insan ey şimdilerde hep bir beklemeye duran
Duy zaman içre sürüp gelen bu sesi
Sürüp gelen çağlardan çağlara
Renk veren tarihe yeşil çağlayan
Savaşçı yüreğinden savaşçı yüreğine
Cezayirden senegalden
Yüreğimin içine Boğaziçine
Kelimelerden bir kelime diken yeryüzüne.
Dünyanın kalbini dinle geliyor adım adım
Dallar meyvaya dursun toprak tohuma dursun
İnsan barışa dursun selama dursun zaman
Sabır savaş zafer. Adım : MÜSLÜMAN.

10 Eylül 2012 Pazartesi

Cemil Meriç / Jurnal

Bir tanem! Boyuna göklere yükselen, boyuna uçurumlara yuvarlanan bir insanın trajedisi. Sen öyle bir kadehsin ki bir yudumun iksir, bir yudumun zehir. Bu bir şükran mektubu olmalıydı, bu akşam fânilerin en bahtiyarıydım. Bu bir şükran mektubu olmalıydı, dudakla/ındân ebediyeti içtim, ebediyeti ve aşkı. Bu bir şükran mektubu olmalıydı… Ama o kadar çok, o kadar çabuk değişiyorsun ki sevgilim, bulutlar gibisin, dalgalar gibisin. Yorgunum bir tanem. Ayaklarımı çakıllar parçaladı ve dudaklarım susuzluktan çatlak. Daha kaç gece saçlarını okşayabileceğim, bilmiyorum. Evet, yanımday-ken entarinin teması beni aşıkların en bahtiyarı yapabiliyor. Saçlarını koklamak ne baş döndürücü saadet! Ya ellerin? yaşayan, duyan ve düşünen ellerin? muhteşem bir çiçek gibi açılan, muhteşem bir çiçek gibi kapanan ellerin… Kleopatra’nın geceleri. Vuslatın bin Kleopatra’ya değer. Ve bin kere can verilebilir senin için. Ama ölüm bile yanında güzel, ölüm bir şehvet, yanında. Dudakların dudaklarımda, bir rüyaya dalar gibi ölmek… Veya yaşamak… İkisi de güzel. Yine ce-hennemindeyim. Saat iki. Yanımdasın, içimdesin, kulakla-rımdasın, göz bebeklerimdesin. Biliyorum ki bu gece de uyu-yamayacağım. Sonra günler, soğuk, düşman ve kasvetli, suratımı tırmalayıp geçecek, kalbimi dişleyip geçecek. Kadın benim için hiçbir zaman oyun olamadı. Sen kadından da fazla bir şeysin. 

Aşkı vuslat taçlandırır. Kıvılcım o zaman yangınlaşır. Bunu bilmiyorsun. Yaşamaktan korkuyorsun sevgilim. Ve saadetten korkuyorsun. Halbuki hayatın ve saadetin ta kendisisin. Juliette kadar gençsin. Virginie kadar çocuk. Ben de Romeo’nun kara sevdasıyla tutuşuyorum. Ve Paul kadar tecrübesizim. Bakirim. Bu bir sonbahar fırtınası sevgilim. 

Üzüntün beni yıktı. Her davranışın hürmet ve takdise layık. Ama galiba biraz rahatsızdık. Basit bir kazaydı bu. Hele gecemizi zehir etmeye hakkımız yoktu. Ben bir hafta o saatleri düşünerek yaşayabiliyorum. Ayrılırken sesin biraz daha gülümsemeliydi. Dargın gibi kaçtın. Bilmediğimiz bir limana gidiyor bu gemi. Deniz fırtınalı, ama bindik bir kere. Ateşle oynayanın parmakları yanacak, tabii bu. 

İyi geceler dilerim sevgilim.

Cemil Meriç / Jurnal


Kalbimi kelimelerle doldurdum. Mektuplarım onun için parmaklarını yakıyor. Dudaklarını da yakacak. Dudaklarını ve bütün varlığını. Ben pervane değil, ateşim. Kıskanıyorum kelimeleri. Birer kelebek gibi sana uçuyorlar. Kelimeler senin kokunla sarhoş. Saçlarını okşayan rüzgarı kıskanıyorum. Tenine sarılan entarini kıskanıyorum. Saçlarında dolaşan tarağı kıskanıyorum. Anlıyor musun? Aynanı kıskanıyorum. Yatağını kıskanıyorum. Yılları kıskanıyorum. Kimsin sen? Kasın veya serap. Tanrıyı kıskanıyorum.: seni beraber yarattık. O başladı, ben tamamladım. Sevmek yaratmak demektir. Pigmalyon’un biçim verdiği heykel canlanacak mı? Kimsin sen? Azabım veya saadetim. Yahut hem azabım hem saadetim. Pigmalyon’un yaptığı heykel canlanmış. Damarlarında kanımın dolaşmasını istiyorum, kanımın ve aşkımın. O zaman granitte olsan canlanırsın, balçık da olsan.canlanmazsan kırarım seni! Yeniden biçim vermek için belki. Ama dış biçiminde kusur yok…
Bu mektupları masal sanıyorsan aldanıyorsun. Kalemi aleve batırıyorum, gönlümün alevine. Ve sen yanardağ ile oynayan bir çılgınsın. Kırık bir sazda senfoni çalmak! Sevilen ses sazların en güzelidir. Kristof Kolomb’un önüne Amerika’yı çıkaran kader, karşıma seni çıkardı. Seni yani cehennemi. Ben herhangi bir insan değilim. Istırapla sonsuzluğa varmış ve susuzluktan dudakları çatlamış bir garip yolcu.
Binbir gece, on binbir gece… sana her gün yeni bir şarkı besteleyebilirim. Kaf Dağı’nın ardındaki bahçelerden hiçbir faninin koklamadığı çiçekleri, hiçbir elin uzanmadığı meyveleri getirebilirim. Çiçek de, meyve de palavra. Seni boşluktan kurtarabilirim.
Yolcu boş bir evin kapısını mı çalıyordu? Neden bu kapıyı seçmişti? Evin pencerelerinde ışık yoktu… aşk İspanyol kervansaraylarına benzermiş. Onda kendi getirdiğimizi bulurmuşuz. Ben Ekvator’un güneşini, Akdeniz’in gecelerini, denizin sonsuzluğunu ve 18 yaşımın heyecanlarını getirdim bu kervansaraya. Kapıyı açacak mısın?
Saat 1.30. bu mektup belki de pencerene konan son güvercin. Gerçek incilerle Hollanda taşlarını ayıramıyor musun birbirinden? Gerçek inciler ummandan çıkar. Benim gönlüm uçsuz bucaksız bir ummandır. Orada incileşen sensin. Hayat tesadüfün eseri, protoplazma tesadüf. Kader Kristof Kolomb’un karşısına Amerika’yı çıkarır. Dante’nin cehenneminde en korkunç azaplar, bahtiyar olabilirken olamayanları bekliyor. Bunu sana daha evvel söylemiştim. Bu gece yine uykusuzum. Yine kulaklarımda sen varsın, etimde sen varsın. Seni olduğun gibi kabul etmek! Tanımıyorum ki. Bir saatte dört mevsim. Toprak bile almadan vermez. Harikulade bir romanı beraber yazabiliriz. Yazabilmek ne kelime! Yaşayabiliriz. Roman başladı mı? Bir dakika kendin ol. bir dakika cemiyetten sıyrıl, ezberlediklerini unut. Bırak varlığını. Bir rüyaya bırakır gibi bırak. Aşkın bir oyun olduğunu kabul etmiyorum. Aşk bir teslimiyettir, bir eriyiştir. Yeniden doğmak için uyanıştır. Aşkın bütün sırrı iki kelimede: varlığından soyunmak. Aşk için ya hep vardır, ya hiç. Sen hep misin, hiç misin? Bu iş ters başladı. Belki anlamadığın ve anlamayacağın bir dili konuşuyorum. Bu dili anlayan kaldı mı ki?
Sana mektup yazmak, asırlarca hiçbir peri kızının okumadığı mektupları. Destanlar yazabilirim. Ama anlarsan. Yoksa kelimeler bütün pırıltılarını kaybeder. Elmas kömürleşir… geçen akşam ne kadar naziktiniz, zindanıma bahar getirdiniz. Sonra, sonra yine o anlayışsız, o herhangi, o sokaktaki kadın… ben insanlardan gözlerim için ışık istemedim. İstanbul sokaklarında dört gün dört gece aç gezdim. Aşkta dilencilik etmem. Yarım saat, bir saat, on dakika görüşebilirdiniz benimle. Bir daha sizi hiçbir ricamla rahatsız etmeyeceğim. Sizi ve hiç kimseyi. Bu gece yeni tanışan iki insan gibiydik. Gelmeyecektim. Size fazla ehemmiyet vermediğimi göstermek için geldim.
Ben arkadaşlarımı sevgime layık oldukları müddetçe ararım. Kalp. Köpek yesin kalbi. Saatler geçiyor. Bahar geçiyor ve biz göçüyoruz. Kapıyı daha çok çalarım belki. Belki de… ama evin boş olmadığından emin olmalıyım. Seni sevmesem bu oyunu uzatabilirdim. Belki şakayla başladı bu iş. Bütün işler şakayla başlar. Belki baharın muzipliği bu…
İyi geceler canım…

Cemil Meriç / Jurnal